RİSALE-İ NUR’DA DEPREM GERÇEĞİ

Türkiye Diyanet Vakfı tarafından da basımı yapılmış olan B.Said Nursi tarafından yazılan Kur’an tefsiri Risale-i Nur Külliyatı’nın Sözler kitabında DEPREMLE ilgili çeşitli sorulara cevaplar veriliyor.

Risale-i Nur’da yer alan işte o sual ve cevaplar

Sözler

On Dördüncü Söz’ün Zeyli

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

اِذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَا ۞ وَاَخْرَجَتِ الْاَرْضُ اَثْقَالَهَا ۞ وَ قَالَ الْاِنْسَانُ مَالَهَا ۞ يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَا ۞ بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَا … الخ

Şu sure kat’iyen ifade ediyor ki: Küre-i arz, hareket ve zelzelesinde vahiy ve ilhama mazhar olarak emir tahtında depreniyor. Bazen de titriyor.

Manevî ve ehemmiyetli bir canibden şimdiki zelzele münasebetiyle altı
yedi cüz’î suale karşı, yine manevî ihtar yardımıyla cevapları kalbe
geldi. Tafsilen yazmak kaç defa niyet ettimse de izin verilmedi. Yalnız
icmalen kısacık yazılacak.

Birinci Sual: Bu büyük zelzelenin maddî musibetinden
daha elîm manevî bir musibeti olarak şu zelzelenin devamından gelen
korku ve meyusiyet, ekser halkın ekser memlekette gece istirahatini
selbederek dehşetli bir azap vermesi nedendir?

Yine manevî cevap: Şöyle denildi ki
ramazan-ı şerifin teravih vaktinde kemal-i neşe ve sürur ile
sarhoşçasına gayet heveskârane şarkıları ve bazen kızların sesleriyle,
radyo ağzıyla bu mübarek merkez-i İslâmiyet’in her köşesinde
cazibedarane işittirilmesi, bu korku azabını netice verdi.

İkinci Sual: Niçin gâvurların memleketlerinde bu semavî tokat başlarına gelmiyor, bu bîçare Müslümanlara iniyor?

Elcevap: Büyük hatalar ve cinayetler tehir
ile büyük merkezlerde ve küçücük cinayetler tacil ile küçük merkezlerde
verildiği gibi; mühim bir hikmete binaen ehl-i küfrün cinayetlerinin
kısm-ı a’zamı, mahkeme-i kübra-yı haşre tehir edilerek ehl-i imanın
hataları, kısmen bu dünyada cezası verilir. (Hâşiye[2])

Üçüncü Sual: Bazı eşhasın hatasından gelen bu musibet, bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?

Elcevap: Umumî musibet, ekseriyetin
hatasından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zalim eşhasın
harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla manen
iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir.

Dördüncü Sual: Madem bu zelzele musibeti, hataların
neticesi ve keffaretü’z-zünubdur. Masumların ve hatasızların o musibet
içinde yanması nedendir? Adaletullah nasıl müsaade eder?

Yine manevî canibden elcevap: Bu mesele sırr-ı kadere taalluk ettiği için Risale-i Kader’e havale edip yalnız burada bu kadar denildi:

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُصٖيبَنَّ الَّذٖينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَاصَّةً

Yani “Bir bela, bir musibetten çekininiz ki geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar.”

Şu âyetin sırrı şudur ki: Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır
ve dâr-ı teklif ve mücahededir. İmtihan ve teklif iktiza ederler ki
hakikatler perdeli kalıp tâ müsabaka ve mücahede ile Ebubekirler a’lâ-yı
illiyyîne çıksınlar ve Ebucehiller esfel-i safilîne girsinler. Eğer
masumlar böyle musibetlerde sağlam kalsaydılar Ebucehiller aynen
Ebubekirler gibi teslim olup mücahede ile manevî terakki kapısı
kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı.

Madem mazlum, zalim ile beraber musibete
düşmek, hikmet-i İlahîce lâzım geliyor. Acaba o bîçare mazlumların
rahmet ve adaletten hisseleri nedir?

Bu suale karşı cevaben denildi ki: O
musibetteki gazap ve hiddet içinde onlara bir rahmet cilvesi var. Çünkü o
masumların fâni malları, onların hakkında sadaka olup bâki bir mal
hükmüne geçtiği gibi fâni hayatları dahi bir bâki hayatı kazandıracak
derecede bir nevi şehadet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir
meşakkat ve azaptan büyük ve daimî bir kazancı kazandıran bu zelzele,
onlar hakkında ayn-ı gazap içinde bir rahmettir.

Beşinci Sual: Âdil ve Rahîm, Kadîr ve Hakîm, neden
hususi hatalara hususi ceza vermeyip koca bir unsuru musallat eder. Bu
hal cemal-i rahmetine ve şümul-ü kudretine nasıl muvafık düşer?

Elcevap: Kadîr-i Zülcelal, her bir unsura
çok vazifeler vermiş ve her bir vazifede çok neticeler verdiriyor. Bir
unsurun bir tek vazifesinde, bir tek neticesi çirkin ve şer ve musibet
olsa da sair güzel neticeler, bu neticeyi de güzel hükmüne getirir. Eğer
bu tek çirkin netice vücuda gelmemek için insana karşı hiddete gelmiş o
unsur, o vazifeden men’edilse o vakit o güzel neticeler adedince
hayırlar terk edilir. Ve lüzumlu bir hayrı yapmamak, şer olması
haysiyetiyle; o hayırlar adedince şerler yapılır. Tâ bir tek şer
gelmesin gibi gayet çirkin ve hilaf-ı hikmet ve hilaf-ı hakikat bir
kusurdur. Kudret ve hikmet ve hakikat kusurdan münezzehtirler.

Madem bir kısım hatalar, unsurları ve arzı hiddete getirecek derecede
bir şümullü isyandır ve çok mahlukatın hukukuna bir tahkirli
tecavüzdür. Elbette o cinayetin fevkalâde çirkinliğini göstermek için
koca bir unsura, küllî vazifesi içinde “Onları terbiye et!” diye emir
verilmesi ayn-ı hikmettir ve adalettir ve mazlumlara ayn-ı rahmettir.

Altıncı Sual: Zelzele, küre-i arzın içinde
inkılabat-ı madeniyenin neticesi olduğunu ehl-i gaflet işaa edip âdeta
tesadüfî ve tabiî ve maksatsız bir hâdise nazarıyla bakarlar. Bu
hâdisenin manevî esbabını ve neticelerini görmüyorlar tâ ki intibaha
gelsinler. Bunların istinad ettiği maddenin bir hakikati var mıdır?

Elcevap: Dalaletten başka hiçbir hakikati
yoktur. Çünkü her sene elli milyondan ziyade münakkaş, muntazam
gömlekleri giyen ve değiştiren küre-i arzın üstünde binler envaın bir
tek nev’i olan, mesela, sinek taifesinden hadsiz efradından bir tek
ferdin yüzer azasından bir tek uzvu olan kanadının kasd ve irade ve
meşiet ve hikmet cilvesine mazhariyeti ve ona lâkayt kalmaması ve
başıboş bırakmaması gösteriyor ki değil hadsiz zîşuurun beşiği ve anası
ve mercii ve hâmisi olan koca küre-i arzın ehemmiyetli ef’al ve ahvali
belki hiçbir şeyi –cüz’î olsun küllî olsun– irade ve ihtiyar ve kasd-ı
İlahî haricinde olmaz.

Fakat Kadîr-i Mutlak hikmetinin muktezasıyla zahir esbabı
tasarrufatına perde ediyor. Zelzeleyi irade ettiği vakit, bazen de bir
madeni harekete emredip, ateşlendiriyor. Haydi madenî inkılabat dahi
olsa yine emir ve hikmet-i İlahî ile olur, başka olamaz.

Mesela, bir adam bir tüfek ile birisini vurdu. Vuran adama hiç
bakılmasa yalnız fişekteki barutun ateş alması noktasına hasr-ı nazar
edip bîçare maktûlün büsbütün hukukunu zayi etmek, ne derece belâhet ve
divaneliktir.

Aynen öyle de Kadîr-i Zülcelal’in musahhar bir memuru, belki bir
gemisi, bir tayyaresi olan küre-i arzın içinde bulunan ve hikmet ve
irade ile iddihar edilen bir bombayı, ehl-i gaflet ve tuğyanı uyandırmak
için “Ateşlendir!” diye olan emr-i Rabbanîyi unutmak ve tabiata sapmak,
hamakatin en eşneidir.

Altıncı Sualin Tetimmesi ve Hâşiyesi: Ehl-i dalalet
ve ilhad, mesleklerini muhafaza ve ehl-i imanın intibahlarına mukabele
ve mümanaat etmek için o derece garib bir temerrüd ve acib bir hamakat
gösteriyorlar ki insanı insaniyetten pişman eder.

Mesela, bu âhirde beşerin bir derece umumiyet şeklini alan zulümlü,
zulümatlı isyanından, kâinat ve anâsır-ı külliye kızdıklarından ve
Hâlık-ı arz ve semavat dahi değil hususi bir rububiyet belki bütün
kâinatın, bütün âlemlerin Rabb’i ve Hâkim’i haysiyetiyle, küllî ve geniş
bir tecelli ile kâinatın heyet-i mecmuasında ve rububiyetin daire-i
külliyesinde nev-i insanı uyandırmak ve dehşetli tuğyanından vazgeçirmek
ve tanımak istemedikleri kâinat Sultanı’nı tanıttırmak için emsalsiz,
kesilmeyen bir su, hava ve elektrikten; zelzeleyi, fırtınayı ve Harb-i
Umumî gibi umumî ve dehşetli âfatı nev-i insanın yüzüne çarparak onunla
hikmetini, kudretini, adaletini, kayyumiyetini, iradesini ve
hâkimiyetini pek zahir bir surette gösterdiği halde; insan suretinde bir
kısım ahmak şeytanlar ise o küllî işarat-ı Rabbaniyeye ve terbiye-i
İlahiyeye karşı eblehane bir temerrüd ile mukabele edip diyorlar ki:
“Tabiattır, bir madenin patlamasıdır, tesadüfîdir. Güneşin harareti
elektrikle çarpmasıdır ki Amerika’da beş saat bütün makineleri durdurmuş
ve Kastamonu vilayeti cevvinde ve havasında semayı kızartmış, yangın
suretini vermiş.” diye manasız hezeyanlar ediyorlar.

Dalaletten gelen hadsiz bir cehalet ve zındıkadan neş’et eden çirkin
bir temerrüd sebebiyle bilmiyorlar ki esbab yalnız birer bahanedirler,
birer perdedirler. Dağ gibi bir çam ağacının cihazatını dokumak ve
yetiştirmek için bir köy kadar yüz fabrika ve tezgâh yerine küçücük
çekirdeği gösterir: “İşte bu ağaç bundan çıkmış.” diye Sâni’inin o
çamdaki gösterdiği bin mu’cizatı inkâr eder misillü bazı zahirî
sebepleri irae eder. Hâlık’ın ihtiyar ve hikmet ile işlenen pek büyük
bir fiil-i rububiyetini hiçe indirir. Bazen gayet derin ve bilinmez ve
çok ehemmiyetli, bin cihette de hikmeti olan bir hakikate fennî bir nam
takar. Güya o nam ile mahiyeti anlaşıldı, âdileşti, hikmetsiz, manasız
kaldı.

İşte gel! Belâhet ve hamakatin nihayetsiz derecelerine bak ki yüz
sahife ile tarif edilse ve hikmetleri beyan edilse ancak tamamıyla
bilinecek derin ve geniş bir hakikat-i meçhuleye bir nam takar, malûm
bir şey gibi: “Bu budur.” der. Mesela “Güneşin bir maddesi, elektrikle
çarpmasıdır.”

Hem birer irade-i külliye ve birer ihtiyar-ı âmm ve birer hâkimiyet-i
neviyenin unvanları bulunan ve “âdetullah” namıyla yâd edilen fıtrî
kanunların birisine, hususi ve kasdî bir hâdise-i rububiyeti ircâ eder. O
ircâ ile onun nisbetini irade-i ihtiyariyeden keser; sonra tutar
tesadüfe, tabiata havale eder. Ebucehil’den ziyade muzaaf bir echeliyet
gösterir. Bir neferin veya bir taburun zaferli harbini bir nizam ve
kanun-u askeriyeye isnad edip kumandanından, padişahından, hükûmetinden
ve kasdî harekâttan alâkasını keser misillü âsi bir divane olur.

Hem meyvedar bir ağacın bir çekirdekten icadı gibi bir tırnak kadar
bir odun parçasından çok mu’cizatlı bir usta, yüz okka muhtelif
taamları, yüz arşın muhtelif kumaşları yapsa bir adam o odun parçasını
gösterip dese: “Bu işler, tabiî ve tesadüfî olarak bundan olmuş.” o
ustanın hârika sanatlarını, hünerlerini hiçe indirse ne derece bir
hamakattir. Aynen öyle de…

Yedinci Sual: Bu hâdise-i arziye, bu memleketin
ahali-i İslâmiyesine bakması ve onları hedef etmesi ne ile anlaşılıyor
ve neden Erzincan ve İzmir taraflarına daha ziyade ilişiyor?

Elcevap: Bu hâdise hem şiddetli kışta hem
karanlıklı gecede hem dehşetli soğukta hem ramazanın hürmetini tutmayan
bu memlekete mahsus olması hem tahribatından intibaha gelmediklerinden,
hafifçe gafilleri uyandırmak için o zelzelenin devam etmesi gibi çok
emarelerin delâletiyle bu hâdise ehl-i imanı hedef edip, onlara bakıp
namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor. Bîçare
Erzincan gibi yerlerde daha ziyade sarsmasının iki vechi var:

Biri: Hataları az olmak cihetiyle temizlemek için tacil edildi.

İkincisi: O gibi yerlerde kuvvetli ve hakikatli iman
muhafızları ve İslâmiyet hâmileri az veya tam mağlup olmak fırsatıyla,
ehl-i zındıkanın orada tesirli bir merkez-i faaliyet tesisleri cihetiyle
en evvel oraları tokatladı ihtimali var. لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا
اللّٰهُ

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

***

[1] Hâşiye: İzmir’in zelzelesi münasebetiyle yazılmıştır.

[2] Hâşiye: Hem Rus gibi olanlar, mensuh ve tahrif edilmiş bir dini terk etmekle, hak ve ebedî ve kabil-i nesh olmayan bir dine ihanet etmek derecesinde gayretullaha dokunmadığından, zemin şimdilik onları bırakıp bunlara hiddet ediyor.

(Kaynak: http://www.hizmetvakfi.org/risaleinur/ )