AŞIKLAR SEVGİLİNİN ÖLDÜRDÜKLERİDİR

Yeryüzünün ve evrenin yaratılmasının temelinde, özünde aşk
vardır.

Varlıkların görülen aleme sunulması, “Aşık olanın”, her
bakımdan rahatı ve huzuru içindir. Her var edilenin, sevgisini,  gönlün altın tabakları üzerinde, renklerini
gizemli değişimlerle yansıtan fincanla, sevda şerbetini ikram edeceği Gül’ün
olması da fıtratın gereğidir.

Güllerin gülü öyle bir Gül’dür ki, beraber olanlar, kendine
ait yitirdiği aslını bulmuş, ruhun renklenmesini sağlayan öze ulaşmış, ufuktaki
hedefiyle birlikte olmasını engelleyen perdelerin şifresini çözmüştür. Gönlün
olgunlaşmasında etkili olan meziyetlerin kaynağına kavuşmuş, derece ve
mertebesini dillere onaylatmıştır.

Bülbülün dikenlerle olan mücadelesinde, teninden damlayan al
renkli kanlar, şiirli feryatlarına yansımıştır. Yüreğin nağmeleri, dilin
nağmelerinden çok farklıdır ama dilin kelimeleri kulaklarda yankı bulmaktadır.

Kelebekler; sevdasından eriyip, aşığını, rahat uçup
bulabilmek için ağırlığını yitirmiş, aşkının harika desenlerini kanatlarına
işleyerek farkını ortaya koymuş, meramını sessiz kelimelerle sunmuştur.

Kil; gül ile olan kısa birlikteliğinde, misk ve amber kokusunu,
farkına varmadan kendi benliğinde bulmuş, sevincinden, kendi rengini istemeden
kaybederek yeni rengini elde etmiştir.

Güneş; sevdasının hararetinden, sadrındaki kül edicileri,
patlayarak, görmemek için kendinden çok uzaklara atmıştır. Belli noktada
dururken, sızılarının dinmesinin tiryakını, dönmede bularak parlaklığına
kavuşmuştur.

Ay; gülünün varlığını temaşa etmesini engelleyen, ışınlarını
çekerek, kendisine karanlığı gönderen güneşe kızıp, sevdasının paklığının
hakiki olduğunu, ziyasıyla ortaya sunarak aydınlık rengine bürünmüştür.
Aşkından her gün ayrı bir görünüme kavuşmuştur.

Göz; görmesi gerekeni görmek arzusuyla tutuşurken,
göremediği anlarda çıraya narken, kendisinin yitikleşmesini düşünen yayın fırlattığı
oklardan, göz kapağını indirerek korunmak istememiştir. Bir an bile görememek
korkusuyla sakınmamış, böylece sevdasının samimiyetini, içtenliğini
haykırmıştır. Herkesin görme şansına sahip olamadıklarını görme ödülüne
ulaşmış, acılarını yaş torbasında biriktirmiş, heyecanını irisin ferinin
parlaklığına aksettirmiştir.

Dil; aşk narıyla kavrularak melekelerini yitirmiştir.
Hareketli olmasını sağlayan konuşma noktalarını, çekemeyen halatlar, sevda
yüklü kelimeleri cümleler halinde dillendirmesin diye direklere masum
sicimlerle bağlamıştır. Gönül diliyle kalptan kalbe köprü kurarak, nefesle
yemek arasındaki etkili durakta can bekçiliğine kavuşmuştur.

 Ağaç; yarinin rengi
solmasın, teni sararmasın, kıskanç ışınlar bedenini yakmasın, gönlü kırılmasın,
umutları yitirilmesin diye dal ve yeşil yapraklarını gölgelik yapmıştır.
Kavuşması gerekene kavuşamayınca, süsü, güzelliği olan yeşil yapraklarının,
sarıya bürünerek üzerinden birer birer düşmesine aldırış etmemiş, sevdası
uğruna kar kristallerinden oluşan kefeni canlı iken giymiştir.

Canlı cansız ne varsa hepsi Gül’e aşıktır. Hiç birisi de
olan aşkını söyleyemez.

Her aşık, kendini maşukunda kaybettiğinden, onun varlığı
kendini sardığından, kendini onda yok olmuş olarak düşündüğünden, kendisinin diriliğini,
canlılığını kabul etmez. Bu nedenle Sa’di diyor ki; “ Aşıklar,  sevgilinin öldürdükleridir. Öldürülenlerden
ses çıkmaz.”

Hiç Hakk Gül’üne aşık oldunuz mu?