Son asrın İslam âlimlerinden, Risale-i Nur adlı Kur’an tefsiri yazarı Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye adlı kitabında Dört kelime ile dört kelamın önemini anlatıyor.
Menevi-i Nuriye Adlı Kitabın Katre bölümünde yer alan işte o ders:
*****
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ وَ الصَّلَاةُ عَلٰى نَبِيِّهٖ
(Bu risale, dört bab ile bir hâtime ve bir mukaddime üzerine tertip edilmiştir.)
Mukaddime
Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim. Tafsilen beyan edilecektir. Burada yalnız icmalen işaret edilecektir.
Kelimelerden maksat: Mana-yı harfî, mana-yı ismî, niyet, nazardır. Şöyle ki:
Cenab-ı Hakk’ın mâsivasına yani kâinata mana-yı harfiyle ve onun hesabına bakmak lâzımdır. Mana-yı ismiyle ve esbab hesabına bakmak hatadır.
Evet, her şeyin iki ciheti vardır. Bir ciheti Hakk’a bakar. Diğer ciheti de halka bakar. Halka bakan cihet, Hakk’a bakan cihete tenteneli bir perde veya şeffaf bir cam parçası gibi altında Hakk’a bakan cihet-i isnadı gösterecek bir perde gibi olmalıdır. Binaenaleyh nimete bakıldığı zaman Mün’im, sanata bakıldığı zaman Sâni’, esbaba nazar edildiği vakit Müessir-i Hakiki zihne ve fikre gelmelidir.
Ve keza nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder. Evet niyet, âdi bir hareketi ibadete çevirir. Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalbeder. Maddiyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir. Allah hesabıyla olursa marifet-i İlahiyedir.
Birinci Kelâm: اِنّٖى لَسْتُ مَالِكٖى Ben kendime mâlik değilim.
Ancak mâlikim kâinatın mâlikidir. Fakat kendime mâlik nazarıyla bakıyorum ki Mâlik-i Hakiki’nin sıfâtını ve sıfatların bir derece mahiyetini ve hududunu bileyim. Evet mevhum, mütenahî hududum ile Mâlik-i Hakiki’nin sıfatlarının bir cihette gayr-ı mütenahî hududunu bildim.
İkinci Kelâm: اَلْمَوْتُ حَقٌّ Ölüm haktır.
Evet, bu hayat ve bu beden şu azîm dünyaya direk olacak kabiliyette değildir. Zira onlar demir ve taştan değildir. Ancak et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküp etmiş. Kısa bir zamanda tevafukları, içtimaları varsa da iftirakları ve dağılmaları her vakit melhuzdur.
Üçüncü Kelâm: رَبّٖى وَاحِدٌ Rabb’im birdir.
Evet, herkesin bütün saadetleri, bir Rabb-i Rahîm’e olan teslimiyete bağlıdır. Aksi takdirde pek çok rablere muhtaç olur. Çünkü insan, câmiiyeti itibarıyla bütün eşyaya ihtiyacı ve alâkası vardır. Ve her şeye karşı hissederek veya etmeyerek teessürü, elemleri vardır. Bu ise tam cehennem gibi bir halettir. Fakat erbab tevehhüm edilen esbab yed-i kudretine bir perde olan Rabb-i Vâhid’e teslimiyet, firdevsî bir vaziyettir.
Dördüncü Kelâm: اَنَا ile tabir edilen benlik, yani kendisine bir vücud, bir kıymet vermektir ki bu ene, Cenab-ı Hakk’ın sıfâtını, şuunatını bilmek için bir santral ve bir vâhid-i kıyasîdir.