Av. Ali Haydar Dereli –26.12.2025
Gazze soykırımında insanlığın ve Filistin halkının en büyük destekçisi olan Türkiye, katil İsrail tarafından artık tek düşman olarak görülmektedir. İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile açık bir savunma işbirliğine girmiştir. ABD’nin arka plandan desteğini de alarak, Suriye’nin kuzeyindeki piyon terör örgütü PKK/YPG ile kuşatmayı tamamlamak istemektedirler. Oluşturulan kuşatma; Irak sınırından başlıyor, Suriye’nin kuzeyinde derinleşiyor, Doğu Akdeniz’de genişliyor, Ege’de silahlandırılan adalarla devam edip, Batı Trakya’daki yoğun askeri tahkimatla tamamlanıyor.
Türkiye, bu kuşatma ile, aynı zamanda uluslararası hukukun sistematik ihlaliyle yüzleşmektedir. Çünkü yapılan kuşatma çalışmaları, uluslararası hukukun birçok maddesini de ihlal etmektedir.
Suriye’nin kuzeyinde oluşturulan PKK/PYD yapılanması yalnızca bir terör örgütü değil; Türkiye’nin güneyden kuşatılmasını amaçlayan jeopolitik bir aparat. Devletlerin terör örgütlerine destek vermesinin BM hukukuna göre açık ihlal olduğu ortadayken, bu yapıya özellikle İsrail ve ABD tarafından verilen her askeri ve siyasi destek, “BM Şartı m.2/4’teki güç kullanma yasağının dolaylı ihlali” anlamına gelmektedir.
Doğu Akdeniz’deki tablo ise daha açıktır. GKRY’nin adayı siyonistlere adeta satan tek taraflı ruhsat dağıtma girişimleri, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu düzenine, iki kurucu halkın ortak egemenlik ilkesine ve adanın doğal kaynaklarının ortaklığını düzenleyen uluslararası statüye aykırıdır. Hukuk “Kaynak iki halkınsa, tasarruf yetkisi de iki halkındır.” derken, tercih edilen hukuk değil, güçtür.
Ege adalarında ise, uluslararası hukukun yok edildiği ihlaller tartışmasızdır.
1923 Lozan Antlaşması’nın 12 ve 13. maddeleri, Doğu Ege Adalarının “askerden ve silahtan arındırılması şartıyla” Yunanistan’a bırakıldığını açıkça yazar. 1947 Paris Barış Antlaşması’nın 14. maddesi, Oniki Ada’nın Yunanistan’a “kesin ve kayıtsız şartsız silahsızlandırma koşuluyla” devrini hükme bağlar.
Bugün bu adalarda ağır silahlar, füze sistemleri, askeri üsler bulunuyorsa, bu yalnız siyasi provokasyon değil; açık bir antlaşma ihlalidir. Antlaşma ihlali ise uluslararası hukukun temel prensiplerinden biri olan “pacta sunt servanda” (Antlaşmalar bağlayıcılığı) ilkesinin yok edilmesidir. İsrail’den alınan uzun menzilli Spike füzelerinin bu adalara yerleştirilmesi savunma değildir; Türkiye’ye yönelik tehdit mimarisinin kalıcı hale getirilmesidir.
Batı Trakya ve Dedeağaç hattındaki askeri yığınaklar da “savunma tedbiri” değil, saldırı amaçlı ileri konuşlanmadır. Lozan Antlaşmasına göre azınlık bölgeleri askeri güç merkezine dönüştürülemez. Meriç hattı boyunca Türkiye’ye saldırı amacıyla oluşturulan askeri tahkimat, sınırın doğal dengelerini bozarak bölgeyi kriz alanına dönüştürmektedir. Bu tahkimatın, güya müttefikimiz olan ABD desteğiyle yapılması ise daha acı bir ironidir.
Libya ile yürütülen askeri ve stratejik işbirliğinin tam da güçlendiği bir dönemde, Libya Genelkurmay heyetini taşıyan uçağın düşmesi soruları büyütmüştür. Zamanlama, konjonktür ve bölgesel güç hesapları birlikte düşünüldüğünde, bu olayın yalnızca teknik bir arıza olarak görülmesi çok iyimser bir temennidir.
Türkiye–Libya denklemi Doğu Akdeniz’in hukuki mimarisinin belkemiğidir. Libya mutabakatı, Türkiye’ye uluslararası hukuktan doğan haklarının sahada yansımasıdır. İşte bu yüzden Libya, yukarıdaki kuşatma planının parçasıdır.
Uluslararası hukuka göre, bir devlet antlaşmaları sistematik biçimde ihlal ediyorsa, karşı tarafın hakları yalnız diplomatik protestodan ibaret değildir. Silahsızlandırma yükümlülüğünün ortadan kaldırılması, karşı tarafa meşru müdafaa ve karşı tedbir hakkı doğurur. Bugün Ankara’nın elinde hukuki zemin vardır. “Bir gece ansızın gelmemizin hukuki yolu açıktır”
Gazze, Bosna, Doğu Türkistan zulümleri göstermiştir ki, günümüzde uluslararası hukukta geçerli olan hukukun üstünlüğü değil, Üstünlerin Hukukudur. Hukuk kağıt üzerinde yaşatılmaz. Hukuku yaşatan şey caydırıcılıktır.
Unutmayalım;
Egemenlik korunmazsa tartışılır, tartışılırsa zayıflar, zayıflarsa gasp edilir.
Egemenliğe uzanan her el, bedel ödemeden geri çekilmez.
Ciddiye alınmayan devletin, hukuku da ciddiye alınmaz.
Türkiye tam da bu eşikte duruyor.
Bir gece “hukuken” gelebiliriz…
