BİR RİSALE-İ NUR DERSİ

NEFİS VE MALINI ALLAH’A SATMAK

Son devrin İslam âlimlerinden Bediüzzaman Said Nursi, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından da yayımlanan SÖZLER adlı kitabının 6. SÖZ bölümünde Nefis ve malını Allah’a satmanın nasıl olması gerektiğini anlatıyor.

Risale-i Nur Külliyatı / Sözler/ 6.söz

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ

Nefis ve malını Cenab-ı Hakk’a satmak ve ona abd olmak ve asker olmak; ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlamak istersen şu temsilî hikâyeciği dinle:

Bir
zaman bir padişah, raiyetinden iki adama, her birisine emaneten birer
çiftlik verir ki içinde fabrika, makine, at, silah gibi her şey var.
Fakat fırtınalı bir muharebe zamanı olduğundan hiçbir şey kararında
kalmaz. Ya mahvolur veya tebeddül eder gider. Padişah, o iki nefere
kemal-i merhametinden bir yaver-i ekremini gönderdi. Gayet merhametkâr
bir ferman ile onlara diyordu:

“Elinizde
olan emanetimi bana satınız. Tâ sizin için muhafaza edeyim, beyhude
zayi olmasın. Hem muharebe bittikten sonra size daha güzel bir surette
iade edeceğim. Hem güya o emanet malınızdır, pek büyük bir fiyat size
vereceğim. Hem o makine ve fabrikadaki âletler, benim namımla ve benim
tezgâhımda işlettirilecek. Hem fiyatı hem ücretleri, birden bine
yükselecek. Bütün o kârı size vereceğim. Hem de siz, âciz ve fakirsiniz.
O koca işlerin masarifatını tedarik edemezsiniz. Bütün masarifatı ve
levazımatı, ben deruhte ederim. Bütün vâridatı ve menfaati size
vereceğim. Hem de terhisat zamanına kadar elinizde bırakacağım. İşte beş
mertebe kâr içinde kâr…

Eğer
bana satmazsanız zaten görüyorsunuz ki hiç kimse elindekini muhafaza
edemiyor. Herkes gibi elinizden çıkacaktır. Hem beyhude gidecek. Hem o
yüksek fiyattan mahrum kalacaksınız. Hem o nazik, kıymettar âletler,
mizanlar, istimal edilecek şahane madenler ve işler bulmadığından bütün
bütün kıymetten düşecekler. Hem idare ve muhafaza zahmeti ve külfeti
başınıza kalacak. Hem emanette hıyanet cezasını göreceksiniz. İşte beş
derece hasaret içinde hasaret…

Hem
de bana satmak ise bana asker olup benim namımla tasarruf etmek
demektir. Âdi bir esir ve başı bozuğa bedel, âlî bir padişahın has,
serbest bir yaver-i askeri olursunuz.”

Onlar, şu iltifatı ve fermanı dinledikten sonra o iki adamdan aklı başında olanı dedi:

— Baş üstüne, ben maaliftihar satarım. Hem bin teşekkür ederim.

Diğeri
mağrur, nefsi firavunlaşmış, hodbin, ayyaş, güya ebedî o çiftlikte
kalacak gibi dünya zelzelelerinden, dağdağalarından haberi yok. Dedi:

— Yok! Padişah kimdir? Ben mülkümü satmam, keyfimi bozmam…

Biraz
zaman sonra birinci adam öyle bir mertebeye çıktı ki herkes haline
gıpta ederdi. Padişahın lütfuna mazhar olmuş, has sarayında saadetle
yaşıyor. Diğeri, öyle bir hale giriftar olmuş ki hem herkes ona acıyor
hem de “Müstahak!” diyor. Çünkü hatasının neticesi olarak hem saadeti ve
mülkü gitmiş hem ceza ve azap çekiyor.

İşte
ey nefs-i pür-heves! Şu misalin dürbünü ile hakikatin yüzüne bak. Amma o
padişah ise ezel ebed Sultanı olan Rabb’in, Hâlık’ındır. Ve o
çiftlikler, makineler, âletler, mizanlar ise senin daire-i hayatın
içindeki mâmelekin ve o mâmelekin içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar
içindeki göz ve dil, akıl ve hayal gibi zahirî ve bâtınî hâsselerindir.
Ve o yaver-i ekrem ise Resul-i Kerîm’dir. Ve o ferman-ı ahkem ise
Kur’an-ı Hakîm’dir ki bahsinde bulunduğumuz ticaret-i azîmeyi, şu âyetle
ilan ediyor:

اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ

Ve
o dalgalı muharebe meydanı ise şu fırtınalı dünya yüzüdür ki durmuyor,
dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: “Madem her
şey elimizden çıkacak, fâni olup kaybolacak. Acaba bâkiye tebdil edip
ibka etmek çaresi yok mu?” deyip düşünürken birden semavî sadâ-yı Kur’an
işitiliyor. Der: “Evet, var. Hem beş mertebe kârlı bir surette güzel ve
rahat bir çaresi var.”

Sual: Nedir?

Elcevap: Emaneti, sahib-i hakikisine satmak.

İşte o satışta, beş derece kâr içinde kâr var.

Birinci kâr:
Fâni mal, beka bulur. Çünkü Kayyum-u Bâki olan Zat-ı Zülcelal’e verilen
ve onun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zâil, bâkiye inkılab eder, bâki
meyveler verir. O vakit ömür dakikaları, âdeta tohumlar, çekirdekler
hükmünde zahiren fena bulur, çürür. Fakat âlem-i bekada, saadet
çiçekleri açarlar ve sümbüllenirler. Ve âlem-i berzahta ziyadar, munis
birer manzara olurlar.

İkinci kâr: Cennet gibi bir fiyat veriliyor.

Üçüncü kâr: Her aza ve hâsselerin kıymeti, birden bine çıkar.

Mesela,
akıl bir âlettir. Eğer Cenab-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına
çalıştırsan öyle meş’um ve müz’iç ve muacciz bir âlet olur ki geçmiş
zamanın âlâm-ı hazînanesini ve gelecek zamanın ehval-i muhavvifanesini
senin bu bîçare başına yükletecek, yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine
iner. İşte bunun içindir ki fâsık adam, aklın iz’aç ve tacizinden
kurtulmak için galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i
Hakiki’sine satılsa ve onun hesabına çalıştırsan akıl, öyle tılsımlı bir
anahtar olur ki şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve
hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini, saadet-i ebediyeye
müheyya eden bir mürşid-i Rabbanî derecesine çıkar.

Mesela,
göz bir hâssedir ki ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenab-ı
Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan geçici, devamsız bazı
güzellikleri, manzaraları seyir ile şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir
kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni’-i
Basîr’ine satsan ve onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan o zaman
şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütalaacısı ve şu âlemdeki
mu’cizat-ı sanat-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz
bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar.

Mesela,
dildeki kuvve-i zaikayı, Fâtır-ı Hakîm’ine satmazsan belki nefis
hesabına, mide namına çalıştırsan o vakit midenin tavlasına ve
fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzak-ı
Kerîm’e satsan o zaman dildeki kuvve-i zaika, rahmet-i İlahiye
hazinelerinin bir nâzır-ı mahiri ve kudret-i Samedaniye matbahlarının
bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.

İşte
ey akıl, dikkat et! Meş’um bir âlet nerede, kâinat anahtarı nerede? Ey
göz, güzel bak! Âdi bir kavvad nerede, kütüphane-i İlahînin mütefennin
bir nâzırı nerede? Ve ey dil, iyi tat! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika
yasakçısı nerede, hazine-i hâssa-i rahmet nâzırı nerede?

Ve
daha bunlar gibi başka âletleri ve azaları kıyas etsen anlarsın ki
hakikaten mü’min cennete lâyık ve kâfir cehenneme muvafık bir mahiyet
kesbeder. Ve onların her biri, öyle bir kıymet almalarının sebebi;
mü’min, imanıyla Hâlık’ının emanetini, onun namına ve izni dairesinde
istimal etmesidir. Ve kâfir, hıyanet edip nefs-i emmare hesabına
çalıştırmasıdır.

Dördüncü kâr:
İnsan zayıftır, belaları çok. Fakirdir, ihtiyacı pek ziyade. Âcizdir,
hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelal’e dayanıp tevekkül etmezse ve
itimat edip teslim olmazsa, vicdanı daim azap içinde kalır. Semeresiz
meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar; ya sarhoş veya canavar eder.

Beşinci kâr:
Bütün o aza ve âletlerin ibadeti ve tesbihatı ve o yüksek ücretleri, en
muhtaç olduğun bir zamanda, cennet yemişleri suretinde sana
verileceğine ehl-i zevk ve keşif ve ehl-i ihtisas ve müşahede ittifak
etmişler.

İşte bu beş mertebe kârlı ticareti yapmazsan şu kârlardan mahrumiyetten başka, beş derece hasaret içinde hasarete düşeceksin.

Birinci hasaret:
O kadar sevdiğin mal ve evlat ve perestiş ettiğin nefis ve heva ve
meftun olduğun gençlik ve hayat zayi olup kaybolacak, senin elinden
çıkacaklar. Fakat günahlarını, elemlerini sana bırakıp boynuna
yükletecekler.

İkinci hasaret: Emanette hıyanet cezasını çekeceksin. Çünkü en kıymettar âletleri, en kıymetsiz şeylerde sarf edip nefsine zulmettin.

Üçüncü hasaret: Bütün o kıymettar cihazat-ı insaniyeyi, hayvanlıktan çok aşağı bir derekeye düşürüp hikmet-i İlahiyeye iftira ve zulmettin.

Dördüncü hasaret:
Acz ve fakrın ile beraber, o pek ağır hayat yükünü, zayıf beline
yükleyip zeval ve firak sillesi altında daim vaveylâ edeceksin.

Beşinci hasaret:
Hayat-ı ebediye esasatını ve saadet-i uhreviye levazımatını tedarik
etmek için verilen akıl, kalp, göz ve dil gibi güzel hediye-i
Rahmaniyeyi, cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete
çevirmektir.

Şimdi
satmaya bakacağız. Acaba o kadar ağır bir şey midir ki çokları
satmaktan kaçıyorlar. Yok, kat’â ve aslâ! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zira
helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum
yoktur. Feraiz-i İlahiye ise hafiftir, azdır.

Allah’a abd ve asker olmak, öyle lezzetli bir şereftir ki tarif edilmez.

Vazife
ise yalnız, bir asker gibi Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah
hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket
etmeli, sükûnet bulmalı.

Kusur etse istiğfar etmeli. “Yâ Rab! Kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et, emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl, âmin!” demeli ve ona yalvarmalı.

***

KAYNAK: http://www.hizmetvakfi.org

AKTİF KAYNAK LİNK: http://www.hizmetvakfi.org/risaleinur/