BİR TAŞIN GÜL YÜREĞİ

Taşların dilinden insan anlayıp düşünebilseydi, yürekler
arasında köprü kurabilseydi, sessiz ve kelimesiz gelen iletileri duyabilseydi, zamanın
en küçük parçacıkları olan saniyeyi bile “Gül
Sevgiliyi”
hatırlamadan geçirip tüketemezdi.

Taş deyip geçenler, gül ile yüreğin geniş dairelerini
kavrayamamış demektir. Çünkü, bir taş zarif bir güldür. Geniş bir yürektir.
Sessiz, cümlesiz konuşandır. Harfleri, içten gelen, irsten yansıyan
ışınlarıdır. Zerrelerin zerresindeki sevdadır.

Yara amacıyla atılan bir taş, gül merhemi etkisi yapandır..
Karanfil rengi alevi gönüllere salandır. Tefekkür ve düşünme merkezini
hareketlendirerek yeni filizlenmeyi sağlayandır… Bunu anlamak, için Hallaç gibi
yaşamak, yanmak gerekir.

Bir taş ki; meydan okumuştu demir bıçağa. Yavrunun boynuna
vuracağına, “bana vur “ diye kendi lisanıyla haykırmıştı sözü sadık olana.
Kendi isteğiyle de, tenine gelen bıçağın keskinliğini, tüm varlıklara ilan
etmek için parçalara ayrılandır. Özünü dışa ikram edendir kavuşmak isteyenlere.

Bir taş ki; karanlığın üzerine atıldığında, semadaki
yıldızlar gibi, aydınlatıcı ışınlarını salarak çevirirler karayı aka.
Katılaşmış ruhlara değdiğinde, merhamet, şefkat iksiriyle, ateşin üzerinde
tereyağın eridiği gibi katı yürekleri eritendir. Buz dağını akan nehre
dönüştürendir.

Bir taş ki; belirli insanları kamerasına alıp, “İkinci
Hayat” ta kaseti tüm insanlığa izlettirip, görüntüler de yar alanlara şahitlik
ederek, onların mükemmelliğini ve farklılığını belirterek onaylayandır.

Bir taş ki; varlıkların en değerlisinin açlığında, karnına
bağlayarak çevresine örnek sunduğu, açlığını gidermesine sebep olandır.
Kutlunun ellerine, vücuduna dokunarak değer ve kıymet kazanandır.

Bir taş ki; gece karanlığında bazen bir ışık, bir umut
demeti, bazen bir yapağı yatağının sıcaklığı, yün yorganın kucaklayıcı sevgisi,
bazen de kuş tüyünden olan yastığın sarmaladığının serin ve güvenli dayanağı
olandır.

Bir taş ki; türabın içinde saklanan, derinliklere inmek
isteyenin karşısına dikilen, Şerefli Elin, kazmayı kendisine vurmasıyla,
gelecekteki fetihlerin yerlerini göstererek bildirendir.

Bir taş ki; insanın vücudunda yer alan hücresel çalışma
mekanizmasındaki gizli arızayı, kullanıldığında “Büyük Güç”’ ün izni ve
iradesiyle, insana hiç far ettirmeden arızayı yok edendir.

Bir taş ki; dünyanın merkezi olan “Kutsal  Mekan”’ı  yıkarak yok etmeye gelen filler ordusunu,
kuşların ağızlarında taşıdığı, Mutlak Güç’ün izni ve iradesiyle, taşıdıklarını
fil ordusunun üzerine bıraktığı, bilinmeyen ve duyulmayan sırlı bir ateş olup,
dokundukları fillerin anında yok olmasına, yanıp kül olmasına sebep olandır.

Bir taş ki; ruhun has malzemesi, yürek alevlerinin çırası,
gönüllerin şifalı merhemi, sadırların goncası, gözlerin parlak ışını, dillerin
hikmetli sözleri, olgunluğun, mükemmelliğin temel esası olan değerleri hiçe
sayarak çiğneyen ve insanın yaratılış özüne aykırı davranan topluluğu, semadan
ansızın üzerlerine yağarak yok etmesine izin verilendir.

Bir taş ki; asırlar önce yaşayan insanların bazen
haberleşme, bazen bilgi verme aracı, bazen de tuvali olan duygu ve
düşüncelerini hem çevresine, hem de gelecek nesillere aktarılmasına öz kaynak
olandır.

Bir taş ki; hayatın kaynağı, fıtratın özü kabul edileni, her
zaman diliminde,  varlıklarını sürdürmeye
çalışan bütün yaratılmışların önüne, çeşitli kılcal damarları erinmeden,
üşenmeden bir araya getirip sunarak, var olmalarındaki hizmet görevini tam
anlamıyla yerine getirendir.

Bir taş ki; kirlerden arınmış yüzlerin, nurlarıyla
aydınlatan alınların, bilinç ve istekle eğilen başların, her gün, en az beş
defa selam verdiği, gece ve gündüz binlercesinin, acizliğini, güçsüzlüğünü, zayıflığını
ortaya koymasıyla, mutluluk bulutlarının beyaz ortamında, sorumluluğun
bilincinde olduğunu hissedendir.

Bazen ayaklar altında ezilmeye hak eden kaldırım taşları,
bazen de gidilecek yolun kenarlarında, kumlaşıncaya kadar nöbet tutan nöbetçi
çakıl taşları…

 Unutmayalım ki, her
taşın bir gül yüreği vardır.