CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN EN BÜYÜK 3 İNSAN HAKLARI BELGESİNİ AÇIKLADI

“Kur’an-ı Kerim, Hazreti Muhammed’in örnek hayatı ve veda hutbesinde ortaya koyulan ilkeler aslında en büyük insan hakları belgesidir.” Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bilkent Üniversitesinde 10 Aralık 2019 Salı günü Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla gerçekleştirilen “Her İnsan Bir Dünya” temalı programa katıldı. Erdoğan, burada yaptığı konuşmaya, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul edilişinin 71. yıl dönümü olan 10 […]

“Kur’an-ı Kerim, Hazreti Muhammed’in örnek hayatı ve veda hutbesinde ortaya koyulan ilkeler aslında en büyük insan hakları belgesidir.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bilkent Üniversitesinde 10 Aralık 2019 Salı günü Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla gerçekleştirilen “Her İnsan Bir Dünya” temalı programa katıldı.

Erdoğan, burada yaptığı konuşmaya, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul edilişinin 71. yıl dönümü olan 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nü kutlayarak başladı.

İnsanın bizatihi varlığıyla doğuştan gelen haklara sahip olduğunu belirten Erdoğan, yaşama hakkıyla başlayan ve hayatın her alanını kapsayan bu hakların ihlalinin insana yapılmış en büyük zulüm olduğunu söyledi.

“Bizim geçmişte ve bugün de ayıbımız yoktur”

Erdoğan, insanları cinsiyetine, ırkına, rengine, diline, inancına, meşrebine göre ayrımcılığa tabi tutmanın, zulüm araçlarından biri olduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bizim inancımızda Rabbimizin muhatabı tektir. O da insandır. Bunun dışındaki tüm ayrımlar sunidir. Elbette kimi uzun boylu, kimi kısa boylu, kimi zayıf, kimi kilolu, kimi düz saçlı, kimi kıvırcık saçlı gibi fıtrattan kaynaklanan farklılıklar olabilir. Ama bunların hiçbiri öz ile ilgili değildir sadece biçimi anlatır. İnancımızın, tarihimizin, kültürümüzün, coğrafyamızın bize vadettiği, insan yaratılmışların en şereflisi olan varlıktır. Meseleye bu şekilde baktığımızda insan hakları başlığı altında tartışılan konuların hepsi de bizim medeniyetimizin değerlerini ifade eder.”

Kur’an-ı Kerim, Hazreti Muhammed’in örnek hayatı ve veda hutbesinde ortaya koyulan ilkelerin aslında en büyük insan hakları belgesi olduğunu dile getiren Erdoğan, Hazreti Muhammed’in veda hutbesindeki “Ey insanlar, Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap’a üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerinde, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmadadır. Allah katında en kıymetli olanınız ondan en çok korkanınızdır.” sözlerini paylaştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ahmet Yesevi’den Yunus Emre’ye, Hazreti  Mevlana’dan Hacı Bektaşı Veli’ye kadar ecdadımız da bu konuda tüm insanlığa ışık tutan tavsiyeleriyle öne çıkmaktadır.” diye konuştu.

“Bu bakımdan dünyadaki insan hakları talepleri aslında bize uzak veya yabancı değildir.” diyen Erdoğan, “Dikkat ederseniz bu konudaki en büyük mücadeleler insana en büyük zulümlerin yapıldığı yerlerde ortaya çıkmıştır. Mesela Amerika’sından Avrupa’sına kadar bugünkü Batı’nın geçmişi en ağır insan hakları ihlalleriyle doludur. Ülkemizin meşru terörle mücadele hakkını insan hakları başlığı altında eleştirenlerin geçmişlerinde soykırımdan sömürgeye kadar her türlü utanç verici leke mevcuttur.” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Tam tersine bizim geçmişte, bugün de böyle bir ayıbımız yoktur. Dünyanın neresinde bir mazlum, mağdur, garip, hakkı hukuku ihlal edilen insan varsa tüm gücümüzle biz onların yanında yer aldık, alıyoruz ve alacağız.” dedi.

Türkiye’nin Suriye’den Filistin’e, Somali’den Arakan’a kadar her yerde bu onurlu duruşuyla insanlığa ortak olduğunu belirten Erdoğan, şunları kaydetti:

“Hükümetlerimiz döneminde sessiz devrim dediğimiz reformlarla vatandaşlarımızın her anlamda hayat düzeyini yükselttik. Eğitimden sağlığa, barınmadan enerjiye her alanda ülkemize çağ atlattık. Yasakları kaldırdık, özgürlük alanlarını genişlettik. Güvenliği ve adaleti tahkim ettik. Demokrasimizin üzerindeki vesayet gölgesine son verdik. Ülkemizdeki dini azınlıklara ait vakıfların mallarını iade ettik, tüm haklarını kullanabilmelerini sağladık. Yargı reformu strateji belgesi ve insan hakları eylem planıyla insan hakları alanındaki çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Dün açıklanan Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Endeksi’nde Türkiye artık çok yüksek insani gelişme kategorisinde yer alıyor. Hep önce insan demeye, insanı yaşat ki devlet yaşasın demeye devam edeceğiz.”

Bir öğrencinin “Cumhurbaşkanı olma yolunda olmazsa olmazlar nelerdir? Gençlere bu konudaki tavsiyeleriniz nelerdir?” sorusunu cevaplayan Erdoğan, hak, hukuk ve adaletin olmazsa olmazları olduğunu, bir lider veya cumhurbaşkanının bu kavramların üzerinde hassasiyetle durması gerektiğini vurguladı.

Erdoğan, insanlığın tüm meselelerinin bu üç kavramda saklı olduğuna işaret ederek, “Biz yola çıkarken ülkemizin ayağa kalkışını 4 temel unsur üzerinde sağlayacağımızı söyledik. Bu da eğitim, sağlık, adalet ve emniyettir. Bunları hak, hukuk, adalet ile birleştirdiğimiz zaman inanıyorum ki o cumhurbaşkanı da halkı ile olan bütünleşmesini başarılı bir şekilde sağlamış olacaktır. Göreve geldiğimizden bu yana tırmanışımızın arkasındaki en önemli sebepler bunlardır.” diye konuştu.

Bu tırmanışın arkasındaki sebepler arasında ekonominin de bulunduğunu söyleyen Erdoğan, ekonomide gelinen noktanın, ihracattan milli gelire varıncaya kadar alınan mesafelerin ortada olduğunu kaydetti.

Erdoğan, göreve geldiklerinden beri Türkiye’nin dünyadaki ilk 10 ülkenin içine girmesi için çalıştıklarının altını çizerek, “Şu anda G-20 zirvesinin üyesi ülkelerden bir tanesi olmuşsak, yani bu 20 ülkeden biri olmuş, dünyada 17’nci sıraya tırmanmış, Avrupa’da ise şu anda 6’ncı sırada yer alır hale gelmişsek, bunlar da bu gayretle oldu. Şimdi hedef G-20’de 16, 17’den ilk 10’a girmemiz. Burada satın alma paritesine baktığımızda daha da yükseklerde 13’üncü sırada falan bulunuyoruz ama bu bize yeterli değil. İlk 10’a girmemiz şart.” değerlendirmesinde bulundu.

“Türkiye’nin yakın tarihinde ve dünya tarihinde beğendiğiniz liderler kimlerdir?” sorusu üzerine Erdoğan, geçmişten bugüne bakıldığında kendisinin tek önderi ve rehberinin Hazreti Muhammed olduğunu kaydetti.

Erdoğan, hak, hukuk ve adaletin Hz. Muhammed’de olduğunun altını çizerek şöyle konuştu:

“Ardından adaletin de timsali olarak 40’ıncı Müslüman Hz. Ömer, çok önemli. O da adaletiyle timsal olmuş. Hz. Ömer bu yönüyle çok büyük önem arz ediyor. Çağımıza doğru yaklaştıkça Osmanlı’da, Selçuklu’da örnek liderlerimiz var. Cumhuriyetin kuruluşuna geldiğimizde aynı şekilde Gazi’nin önemi var. Yani bunlar dönemlerin adeta inşasını temin etmişler. Dönemlere damgalarını vurmuşlar. Bu bakımdan büyük önem arz ediyor. Şu anda yaşayan liderler noktasına baktığımızda da şu andaki liderlere bakıyorum, oturuyoruz konuşuyoruz, biraz dara zora giriyoruz.”

“Avrupa’da ciddi manada lider krizi var”

Dünyadaki liderler arasında gizli ajandası olanların da olmayanların da bulunduğunu kaydeden Erdoğan, şöyle devam etti:

“Mesela Körfez’de genç, dinamik olması hasebiyle Şeyh Temim’i beğenirim. Çünkü özellikle nerede darda kalan, fakir fukara bir ülke varsa onların yanındadır. Avrupa’ya girdiğimiz zaman, Avrupa’da şu anda ciddi manada bir lider krizi, lider boşluğu var. ‘Avrupa’da şu lider örnektir.’ diyebilecek cesareti bulamıyorum.” 

Erdoğan, başbakanlığının ilk dönemlerinde beğendiği liderlerden birinin de Almanya’nın Şansölyesi Gerhard Schröder olduğunu belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Sosyal demokrat bir lider olarak gerçekten ben Schröder’den, dürüstlüğünden çok şeyler aldım ve Almanya için o önemli bir liderdi. Mesela reformları yapmıştır. Reformların bütün verimliliğini Şansölye Merkel şu anda kullanmıştır. Ama gerçekten önemli bir isimdi. Üzerinde spekülasyonlar olmasına rağmen İtalya’da Berlusconi benim yine beğendiğim liderlerden olmuştur. İtalyanlar ile iş birliğini o dönemde çok başarılı götürdük ve şu andaki Atak helikopterlerimizin onun sayesinde adımlarını attık. Şimdi İtalyanlar ile ortak olarak yürüttüğümüz bu proje bizim için çok önemli bir projeydi.”

Afrika’da da iş birliği yapma noktasında oldukları veya olabilecekleri liderler bulunduğuna işaret eden Erdoğan, “Fakat Afrika hala bunun farkında değil. Orada böyle bir sıkıntı var. Son dönemde de – seversiniz sevmezsiniz –  ama sayın Trump bu noktada önemli bir isim, gizli ajandası yok. Ne biliyorsa çok açık ve net söyler. Saklısı gizlisi bu noktada yok. Bana karşı da çok açık net söyler, ben de kendisine karşı çok açık söylerim. Bir diğer isim de Rusya Devlet Başkanı Putin’dir. O da bu noktada aynı şekildedir. Putin ile ikili görüşmelerimizde gizli ajandamız birbirimize karşı yok. Şu anda birbirimize karşı çok açık net oyunlarımızı oynuyoruz, adımlarımızı atıyoruz. İnanıyorum ki bölgede barışı beraber sağlayacağız.” diye konuştu.

Eğilip bükülmeme ve gizli gündem taşımamanın kendisi için önemli olduğunu belirterek mazlumların sorunlarını, konuşmalarında sık sık gündeme getirdiği hatırlatılarak “Dünya liderleriyle karşı karşıya geldiğinizde bu konuları aynı netlikle gündeme getiriyor musunuz? sorusunun yöneltilmesi üzerine Erdoğan, “Fakirin en büyük özelliği budur. Bir defa herhangi bir olanı hatırlatmamak veya gizli tutmak dürüst bir siyasetçiye yakışmaz.” ifadesini kullandı. 

Tüm düşüncelerini NATO Liderler Zirvesi ve İngiltere, Almanya, Fransa ile yapılan dörtlü zirvede açık ve net şekilde gündeme getirdiğini aktaran Erdoğan, İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın açık ve samimi olduğuna işaret ederek “Biraz Türklük var ya. Çankırı’dan gidiş var. Bundan dolayı hakikaten çok açık oynuyor.” diye konuştu.

BM Genel Kurulunda 20’ye yakın dünya lideriyle bir araya geldiğini, ikili görüşmeler yaptığını ve kim olursa olsun görüşlerini açık ve net paylaştığını vurgulayan Erdoğan, bu konuda açık ve net paylaşılmazsa netice almanın mümkün olmadığının altını çizdi.

Akdeniz’deki gelişmelere ilişkin Yunanistan Başbakanı ile bir araya geldiğini, yaklaşık bir buçuk saat görüştüklerini aktaran Erdoğan, görüşmede söylemesi gerekenleri açık ve net şekilde ifade ettiğini anlattı.

Erdoğan, “Gizli kalırsa ne olur? Onunla sadece siz sancı çekerseniz başka bir şey olmaz. Ama açık ve net ortaya koyarsanız sancıyı o çeker. Biz de bunu böyle yapmak durumundayız.” ifadelerini kullandı.

Libya’da atılan adıma ilişkin Yunanistan, Mısır, İsrail ve Güney Kıbrıs’ın birleştiğini belirten Erdoğan, Türkiye’nin ise Libya ile beraber olduğunu söyledi.

Bu sürecin Libya’nın eski lideri Muammer Kaddafi döneminde başladığını, ölümüyle akamete uğradığını dile getiren Erdoğan, şunları kaydetti:

“Şimdi ise biz (Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanlık Konseyi Başkanı Fayiz) Serrac ile bu adımı attık. Ortada Hafter denilen bir adam var. Bunun uluslararası bir kimliği, temsili yok. Uluslararası tanınırlığı olan şu an Serrac. Biz onu muhatap aldık, masaya oturduk, konuştuk, neticede de imzalar atıldı, TBMM’den geçti, şimdi de ayrıca BM’ye gönderdik. Bundan sonra da yolumuzu almaya devam edeceğiz. Bizim bir tane sondaj gemimiz, sismik araştırma gemimiz yoktu. Dünyadan kiralamaya kalkarsın vermezler. Ama şimdi bizim iki tane sondaj gemimiz, iki tane sismik araştırma gemimiz var şimdi üçüncü sondaj gemisini de almak için pazarlıklar yapıyoruz.

Biz bunları boşuna almadık ki. Bunlar da şu anda Doğu Akdeniz’de tüm araştırmalarımızı yapacağız, yeni çekilen bant üzerinde de Libya’nın menfaatlerini, Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin menfaatlerini korumanın adımlarını atacağız. Ve bunlar uluslararası deniz hukukuna, uluslararası hukuka uygundur, yaptığımız her şeyi de hukuk çerçevesinde yapıyoruz.”

Akdeniz’e kıyısı olan diğer ülkelerle Libya ile yapılan mutabakata benzer bir anlaşma yapılmasının mümkün olup olmadığının sorulması üzerine Erdoğan, “kazan kazan” esasına dayalı şekilde Akdeniz’deki tüm kıyıdaş ülkelerle her türlü adımı atabileceklerini ancak “hepsi benim olsun” anlayışını mantıklı ve adil bulmadıklarını söyledi. 

Erdoğan, birlikte kazanma noktasında en ufak bir tereddütleri bulunmadığını ifade etti.

“Libya’ya da elemanlarımızı gönderebiliriz”

Libya’ya asker göndermenin söz konusu olup olmadığının sorulması üzerine Erdoğan, “Asker gönderme konusunda biliyorsunuz şu anda Rusya’dan Wagner denilen bir güvenlik şirketi söz konusu. Bu şirket, oraya güvenlikçilerini göndermiş vaziyette. Eğer Libya bizden böyle bir talepte bulunursa, hele hele bu askeri güvenlik anlaşmasını yaptıktan sonra, biz oraya da aynı şekilde elemanlarımızı yeteri derecede neyse gönderebiliriz. Bunlar bizimle böyle bir güvenlik anlaşmasını, mutabakat metnini de imzaladıktan sonra zaten önümüzde de herhangi bir engel söz konusu değildir.” dedi. 

AB’yi insan hakları açısından nasıl değerlendirdiğinin sorulması üzerine Erdoğan, Türkiye’nin AB ile sürecinin fiili olarak 1959’da, resmi olarak1963’te başladığını, bu tarihten sonra sürecin çok açık, net ortada olduğunu anlattı. 

AB’nin Türkiye’ye hiçbir zaman samimi yaklaşmadığının altını çizen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Barış Pınarı Harekatı’ndan sürekli AB üyesi ülkeler ve koalisyon güçleri arasında yer alan ülkeler ne yazık ki bizi sürekli telefonla arayıp ‘Sizin Suriye’de ne işiniz var?’ Hatta bu Dörtlü Zirve’de de aynı şeyi söylediler. Ben de kendilerine dedim ki ‘Sizin orada ne işiniz var?’ Almanya, Fransa, İngiltere senin sınırın var mı? Yok… Bizim orada 910 bin kilometre sınırımız var. Biz devamlı taciz ediliyoruz, oradan bize havan toplarıyla, füzelerle saldırılar oluyor, şehitlerimiz var tabii ki biz orada olacağız, bundan tabii ne olabilir. ‘Ne zaman çıkacaksınız?’ Siz ne zaman çıkarsanız, biz bu teröristlerden orayı ne zaman temizlersek o zaman çıkacağız. Ama bizim Suriye’nin topraklarında gözümüz yok.”

4 milyon mültecinin misafir edildiği bilgisini veren Erdoğan, Türkiye’nin bunları gönderebileceğini ama göndermediğini söyledi.

“Varil bombalarından kaçan bu insanları biz nasıl göndeririz. Aynı şey bizim de başımıza gelebilirdi.” diyen Erdoğan, bunlara rağmen AB ülkelerinin bu sorularına devam ettiğine dikkati çekti.

Birleşmiş Milletlerin (BM) yapısına ilişkin bir soru üzerine Erdoğan, BM’nin Birinci Dünya Savaşı sonrası şartlarda teşekkül etmiş bir yapı olduğunu hatırlattı. O günden bugüne dünyada çok şeyin değiştiğini ve değişmeye devam ettiğini belirten Erdoğan, dünyanın o günün şartlarında değerlendirilemeyeceğine işaret etti. 

BMGK’nin 5 daimi üyesi olduğunu ifade eden Erdoğan, “Bunların içerisinde İngiltere, Fransa burada bir tarafa. Rusya’yı da bir Avrupa ülkesi sayabiliriz. Öbür tarafta Çin ve Amerika var.” dedi. Bu ülkeler içerisinde Müslüman ülke bulunmadığına dikkati çeken Erdoğan, bu nedenle dini noktada ciddi bir kopuşun söz konusu olduğunu dile getirdi. 

Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:

“Diğer kıtalara baktığımız zaman kıtalar noktasında da bu 5 daimi ülkenin içinde her kıtanın temsil edildiğini söylemek mümkün değil. ‘5 artı 15’ deniliyor. Bu 15 ülke geçici üye, bu geçici üyelerin ise burada hiçbir anlamı, tesiri yok. Karar kimde? Bu 5 daimi üyede. Hatta onlardan da bir tanesinde. Yani bir tanesi ‘hayır’ diyorsa oradan karar çıkmaz. Bu adalet mi? ‘İnsan hakları, adalet, hukuk’ diyor Birleşmiş Milletler. Ama buradan ne adalet ne hukuk ne ezilenlerin haklarını korumak gibi bir şey çıkıyor. Bunların hiçbirisi ne yazık ki BM Güvenlik Konseyinde yok.”

“BM’nin reforme edilmesi lazım”

BM’nin yapısında reforma gidilmesini söylediklerini, bunu da “Dünya beşten büyüktür.” diyerek tanımladıklarını aktaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Beşten büyük olan bu dünyada, şu anda 198 ülke olarak değerlendirdiğimiz zaman bu 5 daimi üye ülke, artı 15 geçici, bunların tamamı 20 olabilir ama tamamı da ne olur? Daimi üye olur.” dedi. 

Bu daimi üyelerin dönüşümlü bir şekilde görevlerini devam ettirebileceklerine vurgu yapan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Örneğin, 10 tanesi bir ikinci yılda değişime tabi olur, diğer 10 aynı şekilde daha sonra değişime tabi olur. Bu değişimle birlikte bu ülkelerin hepsi de daimi üye olma şansını yakalar. Bu 198 ülke bu şekilde daimi üye olma şansını yakaladığı zaman dünya şunu konuşacaktır, ‘Benim de BM Güvenlik Konseyinde bir temsil yetkim var’. Ama şu anda temsil yetkisi yok. Çok enteresandır, bir geçici üye olmak için atılan kulisleri, yapılan lobi faaliyetleri akla hayale gelmez. Almanya diyor ki, ‘Ben en azından 5 artı bir veya 5 artı 2.’ Japonya da Hindistan da istiyor. Ben de istiyorum, Türkiye olarak biz de daimi üye olalım diyoruz. Bırakın bunları, bütün bu 198 ülkenin tamamı daimi üye olsun veya bu sayıyı 200’e çıkarmanın hedefini belirleyelim. Böylece tüm bu ülkeler daimi üye olma şansını yakalasınlar. Dünya sadece bu 5 ülkenin hegemonyası altında ezilmesin.”

Attıkları adımların tamamının bunun üzerine geliştiğini de bildiren Erdoğan, “İkili liderler görüşmelerinde ‘Haklısın doğru söylüyorsun.’ diyorlar. Tamam haklıysak gelin bu hakkı beraber paylaşalım. Bu adımı da beraber atalım. Ne yazık ki bu adımı atmaya varamıyorlar. Sıkıntı burada.” diye konuştu. 

Türkiye’nin AB sürecinin sorulması üzerine Erdoğan, ilk başbakan olduğu dönemde, AB’nin yaklaşım tarzının daha olumlu olduğunu söyledi.

Erdoğan, o dönemde Almanya’nın başında Gerhard Schröder, Fransa’nın başında ise Jacques Chirac’ın bulunduğunu hatırlatarak, şöyle devam etti:

“Hakikaten liderler zirvesine o dönem biz de katılıyorduk. Daha sonra Chirac gidip onun yerine Sarkozy diğer tarafa da Merkel gelince dengeler değişti ve hemen bir operasyon yaptılar. Bu operasyonla Türkiye, Hırvatistan üçüncü bir ülke de vardı bizleri liderler zirvesine davet etmediler. Daha sonra Türkiye’nin dışındaki iki ülkeyi AB’ye dahil ettiler ama Türkiye’yi dahil etmediler.”

Kendisinin eleştirilerinden Avrupa Birliği’nin çok rahatsız olduğunu ifade eden Erdoğan, şunları söyledi:

“Diyorlar ki ‘Sizin nüfusunuz çok fazla.’ Aslında gerçek bu değil, gerçek sebep biz Müslümanız. Çünkü Avrupa Birliği üyesi ülkeler içerisinde bir başka halkı Müslüman olan ülke yok. Sıkıntı aslında buradan kaynaklanıyor. Gerçeği söylesenize, söylemiyorlar. Bir ara Fransa’nın eski Dışişleri Bakanı vardı. Bir özel görüşmemizde ‘Sizi AB’ye almayacaklar boşuna uğraşmayın.’ dedi. ‘Niye’ dedim. ‘Ya siz Müslümansınız’ dedi. Açık, net hesap bu. Ama bunu bizim yüzümüze söyleyemiyorlar. Kendi aralarında toplandıklarında bunları konuşuyorlar.”

“AB sürecinden kendimiz çekilmeyeceğiz”

Türkiye’nin AB sürecinden kendisinin çekilmeyeceğini belirten Erdoğan, AB’ye “Bak, eğer biz çekilelim diye bekliyorsanız biz sabrediyoruz. Siz, bizi dışladığınız zaman, attığınız zaman, eyvallah biz çekiliriz. Ama biz kendimiz çekilmeyeceğiz. Siz göndereceksin.” mesajını verdiğini aktardı.

Erdoğan, bundan 17-18 sene önce Avrupa Birliği’ne muhtaç bir Türkiye olduğuna işaret ederek, şu görüşlerini paylaştı:

“Şu anda Avrupa Birliği’ne muhtaç olan bir Türkiye yok. Artık biz kendi hesabımızı görüyoruz, kendi göbeğimizi kendimiz kesiyoruz ve eğitimden sağlığa, savunma sektörüne bütün bunları varıncaya kadar her şey bir tarafa ama alt yapısıyla üst yapısıyla artık değişen bir Türkiye var. Kendileri ‘Biz 10-15 sene önce buraya geldiğimiz zaman böyle bir Türkiye yoktu.’ diyor. Berlin Havalimanı’nı 17 yıldır Almanya yapamıyor. Ama biz İstanbul Havalimanını hamdolsun 7 senede bitirdik. Dünyada da şu anda ilk üçün içinde. Bu Türkiye’nin nereden nereye geldiğini gösteriyor.”

Türkiye’nin geldiği noktayı hazmedemeyenlerin bulunduğunu anlatan Erdoğan, “Hazmedemezler. Onun için biz güçleneceğiz, daha güçlü olacağız daha güçlü oldukça da inşallah önümüzdeki kimse duymayacak.” diye konuştu.

Erdoğan, Türkiye’nin gençlerine güvendiğini vurgulayarak, “Bizi mahcup etmeyin.” dedi.

Nobel ödüllerine tepki

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Nobel edebiyat ödülünün Sırp lider Slobodan Milosevic’e duyduğu hayranlığını ifade eden Avusturyalı yazar Peter Handke’e verilmesini eleştirerek, şöyle konuştu:

“Aslında bu çok önemli bir sınavdır. Bu Nobel’in de ne olduğunu ortaya koydu. Nobel kendini tüketmiştir. Nobel kendini aslında bitirmiştir. Nobel tamamıyla siyasi tamamı ile ideolojik davranan bir kuruluş konumdadır. Benim için Nobel’in hiçbir kıymetiharbiyesi yoktur ve zaten Türkiye olarak da bu törene kesinlikle katılmayacağımızı ve sözümüzün geçebileceği bütün dost ülkeleri de haberdar ettik kendilerinin de bu törene katılmamalarını özellikle istedik.”

Peter Handke’e ödül verilmesini,”Böyle bir katili ödüllendirmek aslında zulüm ile ortak hareket etmektir.” şeklinde nitelendiren Erdoğan sözlerini şöyle sürdürdü:

“Nobel şu anda ‘zulme rıza zulümdür’ ilkesinden hareketle bir defa böyle bir zalime ödül vermekle ona ortak olmuştur. Bizim bu türlü şeyi kabul etmemiz zaten mümkün değil. Bu adamlar, bu adamın destek verdiği adamlar Miloseviç olsun Karaziç olsun diğerleri bunların hepsi zaten mahkum edilmiş olan kişiler. Yani bu adamların mahkum edilmiş olan bu kişileri, metheden, onlara methiyeler düzen bir kişiye siz eğer ödül veriyorsanız, sizin artık uluslararası camiada takdir edilecek hiçbir yalnız kalmamış demektir.”

Erdoğan, bu akşamki toplantısında da özellikle bu konuya değineceğini, Nobel’in artık ideolojik olan yaklaşımlarından başka hiçbir özelliği kalmadığını ifade etti.

Türkiye düşmanı ideolojik yaklaşımları ve terör faaliyetleri bilindiği halde Nobel’e aday gösterilen ya da farklı uluslararası örgütlerce ödüllendirilen isimlere ilişkin Erdoğan, “Bu sadece şu anda verdikleri ödül değil, bundan önceki verdikleri ödüllerde de hep bunlara dikkat etmişlerdir. Mesela Türkiye’den kalkmışlardır teröriste ödül vermişler. Niye? Mantık budur, anlayış budur. Bundan sonra da yine bunlar bu şekilde devam edeceklerdir.” dedi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Örneğin Aziz Sancar hocamıza vermiş oldukları ödülde orada tartışılacak herhangi bir şey söz konusu değil. Niye? İlmiyle bir defa temayüz etmiş olan bir hocamızdır. Biz de alkışlarız, biz de takdir ederiz.” dedi. 

Erdoğan, “Ama kalkıp da teröristleri kendi romanına vesairesine yansıtan orada onu kullananları siz Nobel’e aday görürseniz, bizim de sizi tanımamız zaten mümkün değildir.” ifadelerini kullandı.

Erdoğan, Nobel Ödülü’nün kendisine verilmesi halinde tavrının ne olacağı sorusuna ise “Almam.” karşılığını verdi ve şöyle devam etti:

“Bu Nobel öyle bir şey ki bakıyorsunuz bir ülkede başkan seçiliyor, cumhurbaşkanı seçiliyor. Bir-iki ay içinde hop Nobel ödülü veriliyor. Ya dur bakalım daha icraat yok ortada? Bu ne acelecilik böyle? Bunları da gördük.”

Suriyeli mültecilerin evlerine geri dönüşlerine yönelik sorular üzerine de Erdoğan, gençlere şöyle seslendi:

“Gençler, öncelikle şunu bilmeniz lazım. Şu an itibarıyla 110 bin Suriyeliye vatandaşlık verdik ve 100 binin üzerinde olana da ikame şu an itibarıyla verdik. Ve bu şunu gösteriyor, biz bu 110 bin vatandaşlığın dışında diğerleri için de bu vatandaşlık sürecini daha da artırmak konumundayız. Niye? Çünkü bu insanlar benim ülkemde kaçak-göçek yaşamasın. Vatandaşlığını aldığı zaman herhangi bir kurumdan kuruluştan rahatlıkla gitsin işini bulsun ve orada çalışsın. Tabii buna Bay Kemal rahatsız olur. Çünkü o ‘Biz iktidar olursak’ olacağı yok yani ‘Bunları Suriye göndereceğiz’ diyor.”

“Bombalardan kaçanları Suriye’ye göndermedik”

Türkiye’nin bombalardan kaçan insanları, Suriye’ye geri göndermediğini hatırlatan Erdoğan, “Öyle bir niyetimiz de yok ve vatandaşlık hakkını da aldıkları andan itibaren bunların içinde doktorlar, mühendisler ve mimarlar var. Bunlar dışında hukukçular var. Yani biz bu noktada kabiliyeti olan insanları niçin kalkıp da tekrar bombalara teslim edelim? Bunların önünü açalım ve bu konuda biz rahatız.” ifadelerini kullandı.

Kendi evlerine, kendi topraklarına gönüllülük esasına dayalı olarak dönenlerin varlığına değinen Erdoğan, “Hele hele şu anda güvenli bölge tezimiz tutarsa bizim planımız hazır, projelerimiz hazır. Bu plan, projeleri ben uluslararası camiada liderlerle görüştüm, görüşüyorum, görüşmeye de devam edeceğim.” diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 444 kilometrelik Telabyad’dan Irak sınırına kadar olan bölgede, bu projelerin hayata geçirilmesi halinde buralardaki konutlarla 1 milyona yakın insanın yerleştirilebileceğini vurgulayarak, şunları kaydetti:

“Asla cebri bir şey söz konusu değil ve diğerleri için ise aynı şekilde ülkemizde zaten vatandaşlığı varsa ikamesi varsa çalışanlar olacak ve bunlardan da o şekilde istifade etme yolundayız. İdlib’de aynı durum, Afrin’de aynı durum, kaldı ki biliyorsunuz Cerablus’ta 360 bin Suriyeli gönüllülük esasına dayalı olarak ne yaptı? Geri döndüler ve şu anda Cerablus’ta kendi evlerinde oturuyorlar.”

Türkiye’deki Suriyelilere yönelik kötü bir propagandanın yapıldığını belirten Erdoğan, “O propaganda da şu var, diyorlar ki ‘İşte bunlar geri gönderilmeyecek, bunlar bizim topraklarımızda kalacak.’ Yok böyle bir şey. Ama gönüllülük esasına dayalı olarak, biz bunları geri göndermekten yanayız ve şu ana kadar da bu Cerablus’ta başarılı oldu.” dedi.

Özellikle kuzey Suriye hattıyla Türkiye’nin güney bölgelerinin kültürel noktada birbirleriyle ortak yanlarının bulunduğunu belirten Erdoğan, şunları ifade etti:

“Şanlıurfa’da, Gaziantep’de kız almışlar, kız vermişler. Birbirleriyle yakın bir adeta entegrasyonları var. Bundan dolayı birbirlerine yabancı değiller. Dil noktasında aynı şekilde böyle bir durum söz konusu. Onun için yabancılık çekecekleri bir durum olmadığından dolayı rahat hareket ediyorlar. Eğer bugün kalkıp 360 bin Suriyeli bir anda Cerablus’a döndüyse bundandır. Aynı şeyi şu anda Tel Abyad ve Irak sınırına doğru olan o bölgede hiç olmazsa 120 kilometrelik bölgede böyle bir adımı atarsak, burada da bunun yapıldığını göreceğiz.”

Erdoğan, bir konuyla ilgili karar alma sürecinde nasıl bir yol izlediğine ilişkin soru üzerine, karar alma sürecinin tamamıyla istişare kaynaklı olduğunu söyledi. 

İstişarede iki ayak olduğuna işaret eden Erdoğan, bunlardan birinin partisinin kabinesi, diğerinin ise MYK ve MKYK’si olduğunu, buralarda görüşmeleri yaparak adımları ona göre attığını söyledi. 

Erdoğan, yeni dönemde ofis ve kurullar oluşturduklarını da dile getirerek, “Ofis ve kurullarda da görüşülmesi gerekli olan konuları oralara delege ederiz. Oralardan da bu tür bilgileri alırız. Ona göre de adımlarımızı da atarız. İstişare edilmeden bu adımlar atılmaz. Tek adam filan havaları yapıyorlar. Böyle tek adam olarak ben ne ülkeye ne dünyaya yetmem.” ifadesini kullandı.

“Siyaset mektebinde 40 yılımızı geçirdik” 

Davos’ta Dünya Ekonomik Forumunda yaptığı konuşmasının hatırlatılması üzerine Erdoğan, “Orada öyle bir fırsat yok. Orada sizin ona kadar birikimleriniz, doluluk oranı neyse zaten liderlik de budur. Siz lider olarak orada gerekli olan adımı atarsınız, gerekli olan kararı kendi dünyanızda zaten vermişsiniz. Buna göre de gerekli cevabı, gerekli olan kişiye verme fırsatınız olur. Davos denilen olay da böyle olmuştur.” değerlendirmesinde bulundu. 

Erdoğan, 40 yıllık siyasi bir hayatının olduğunu, bunun içerisinde de yaşadıklarının ve tecrübelerinin bulunduğunu belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Her şeyden önce bunlar bizim için bir birikim. Siyaset mektebinde 40 yılımızı adeta geçirdik. Böyle bir noktaya da böyle geldik. Bunlar da tabii bize ister istemez bu tür sorular geldiğinde cevap verme yetkisini, ehliyetini veriyor. Onun rahatlığı içerisinde biraz da bu cevapları verme şansımız oluyor.” 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, gittiği ülkelerde kendisini en çok mutlu eden durumların ne olduğu sorusuna karşılık, her ülkenin kendine has birçok özelliklerinin olduğunu söyledi. Erdoğan, 20 yıl önce gidilen bir ülkenin farklı, 10 yıl önce gidildiğinde ise o ülkenin gelişmişliği ile çok daha farklı bir konuma geldiğine işaret etti. 

Belediye Başkanı ve Başbakanlığı dönemlerinde gittiği ülkelere bakışının farklı olduğunu, Cumhurbaşkanı olduğunda ise daha farklı bir bakışının bulunduğunu belirten Erdoğan, “O ülkelerden bize gelenler de bize baktıkları zaman aynı şekilde bakıyorlar. Diyorlar ki örneğin, ‘Ben 20 yıl önce Türkiye’ye geldiğimde Türkiye şöyleydi. Şimdi Türkiye bambaşka. ‘İstanbul’u, Ankara’yı tanıyamadım’ diyor. ‘Kapadokya’ya, Kayseri’ye gittim, orayı tanıyamadım’ diyor. Niye? Sürekli bir değişim ve dönüşüm var. Eğer bu değişim ve dönüşüm bu ülkelerde zaten olmuyorsa bu ülkeler yerinde sayıyor, dolayısıyla da yok olmaya mahkum.” diye konuştu. 

Erdoğan, 25 yıl önce gittiği Çin ile bugünkü Çin arasında çok büyük farkların olduğuna dikkati çekerek, şöyle devam etti:

“Amerika’da öyle. Amerika’da bakıyorsunuz. Manhattan’a girdiğiniz zaman adeta boğuluyorsunuz. Böyle bir durum var. Biz mesela, Türkiye’de dikey mimariye karşıyız ama dikey mimarinin de tehdidi altındayız. Manhattan’da dikey mimari hakim. Orada hava sirkülasyonu diye bir şey adeta yok. Washington’da hava böyle değil. Almanya’da, Fransa’da değişik bir gelişme, yapılanma söz konusu.” 

“Sarı yelekliler olayı Fransa’nın geleceğinde kara bir leke” 

Almanya ve Fransa’da insan hakları noktasında her şeyin çok rahat olmadığını ifade eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Sarı yelekliler konusunu nereye yerleştireceksiniz? Dün akşam televizyonlarda izliyorum, baktım ki bir bayanı yerde sürüklüyorlar. Hani nerede insan hakları? İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi diyoruz, nerede? Aynı şey, bakıyorsunuz Almanya’da diğer batı ülkelerinde. Lafa geldiği zaman kimseyi bırakmıyorlar. Şu anda sarı yelekliler olayı, Fransa’nın geleceği ile ilgili olarak bir kara leke. Bunu izah edemezler. Türkiye’de bir gezi olayı olduğu zaman yer yerinden oynadı. Biz böyle bir şey yapmadık kimseye. Onların sivillere yaptığı davranışı bizim polisimiz yapsa kıyameti koparırlar.” 

“Bütçeden sonra masaya yatıracağız” 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, KYK borçlarının silinmesinin gündemlerinde olup olmadığına yönelik bir soruya ise şu yanıtı verdi:

“Bu, şu anda bizim gündemimizde. Değerlendirmesini bütçe müzakerelerinden sonra inşallah masaya yatıracağız ve öğrencilerimizin lehine olacak bir adımı da tabii inşallah atacağız. Burada özellikle kredi konusundaki derdimiz, krediyi her müracaat eden alıyor. Daha sonra ödemek üzere alıyor. Burs konusu, ödeme sorunu yok. Bu atılacak adımda bütün borçları olanların beklentilerini biliyorum. Tamamıyla bu borçların silinmesi süreci olacaktır. O zaman burada bir başka tercih gündeme gelecektir. O da nedir? Demek ki kredi olayı ya kalkacaktır, sadece burs verme noktasına gidilecektir. Onun değerlendirmelerini yapıp adımımızı ona göre atacağız.”

Bir öğrencinin “Cumhurbaşkanı kütüphanesi ne zaman hizmete geçecek?” sorusuna Erdoğan, “Bizim Cumhurbaşkanı kütüphanesine farklı ülkelerden gelen insanlar, kütüphanemizi gördükleri zaman onlar da ‘Türkiye nasıl değişmiş’ diyecekler. Zannediyorum ki kısa bir zaman içinde açılacak. Hedefimiz ekim ayında açmaktı ama şimdi gün sayıyoruz. Müteahhit firmamız bütün çevre düzenlemelerini bitirmek suretiyle bize ‘şimdi açabiliriz’ dediği anda inşallah 2020’nin ilk müjdesi bu olacak.” yanıtını verdi.

Başka bir öğrencinin “Bir insan olarak sizin en büyük hayaliniz nedir? Türkiye’yi 20 yıl sonra nerede görüyorsunuz?” sorusu üzerine Erdoğan, “Türkiye’yi dünyada ilk 10 ülke arasında görmeyi hayal ediyoruz. İlk 10’nun içerisinde olan Türkiye bizim için çok değerlidir. Bu hedefe doğru inşallah yürüyoruz.” değerlendirmesinde bulundu.

“Birçok ülkede emperyalizmin hakim ruhunu görüyoruz”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2023 ve 2071 hedeflerinde Türkiye’nin belirleyici bir güç olarak mesafe kat etmeyi sürdüreceğini ifade ederek, “Zulmün egemen olmadığı, barışın egemen olduğu bir dünya hep hayalimizdir. Bunu başarmamız lazım. Özellikle birçok ülkede hala emperyalizmin o hakim ruhunu görüyoruz, bundan kurtulmamız lazım.” diye konuştu. 

Afrika ülkelerinde kişi başına düşen milli gelirin Türkiye’nin 20 yıl önceki durumundan daha düşük olduğuna işaret eden Erdoğan, “Biz şu anda uluslararası donörler camiası içinde en az gelişmiş ülkelere en büyük desteği veren ülkeler arasında birinciyiz. Bizden milli geliri itibarıyla zengin olan ülkelerin hiçbirisi bizim bu yaptığımızı yapmıyor.” ifadelerini kullandı.

Arnavutluk’ta yaşanan deprem sonrasında Avrupa ülkelerinden Durres bölgesine yardım gitmediğini aktaran Erdoğan, Türkiye’nin Kızılay ve AFAD ile bölgeye anında intikal ettiğine dikkati çekerek, şu bilgileri verdi:

“Çevre ve Şehircilik Bakanımı heyetiyle oraya gönderdim. Arnavutluk’ta 500 konut inşa etmeye başlıyoruz. Biz şu anda bu insanlara yardım yapmazsak bu insanlar kışı nasıl anlatacaklar. Diğerleri (Avrupa) henüz bu işe yaklaşmadılar. Biz şu anda 500 ile 100 milyon dolar arasında bu konutlar için yardım yapmayı planlıyoruz.”  

“Gençlerden beklentiniz nedir?” sorusuna cevaplayan Erdoğan, gençlere “oku, düşün, uygula ve neticelendir” tavsiyesinde bulundu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Okuyacağız yetmez ama okuduğumuzu düşüneceğiz. O da yetmez, uygulayacağız ve hayata geçireceğiz. O da yetmez neticelendireceğiz. Yani bu dört aşamayı gerçekleştirdiğimiz takdirde başarıyı yakalarız.” dedi. 

Allah’ın okumayı, Peygamber’in de iyi ahlakı emrettiğini hatırlatan Erdoğan, şunları söyledi:

“Bizim gençlerimizin içinden asla terörist çıkmamalı. Diyarbakır’da annelerin nasıl ağladığını görüyorsunuz. Dün akşam mutlu oldum çünkü kaçırılan gençlerden bir tanesinin annesiyle konuştum. Onun mutluluğuna erdim. Şu anda herhalde annesine ulaşmıştır. Bu sabah Diyarbakır’a, annesine dönecekti. Annesinin o mutluluğu her şeyin üstünde. Bu gençler 13-14 yaşlarında dağlara kaçırıldı. İçinizde anne ve baba adayları var. Evladından mahrum olan annenin durumunu düşünün. Bu gençler nasıl bu hale geldi? Biz bilgisayarıyla hareket eden, kalem ve kitapla hareket eden bir nesil olarak Türk gençliği görelim istiyoruz. Dünyada başı çeken bir neslimiz olsun. Biz sizlere sırtımızı bu noktada dayayacağız ve sizlerle beraber geleceğin ilk 10 içerisindeki Türkiye’sini kuracağız.”

Bilkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdullah Atalar’ın da konuşma yaptığı programa Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Bilkent Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Ali Doğramacı da katıldı.

Programda ayrıca “Her insan bir dünya” temalı film gösterildi.

KAYNAK: CUMHURBAŞKANLIĞI İLETİŞİM BAŞKANLIĞI

Exit mobile version