Ali Özdoğan
Bizim ekonomi ilminde ‘Örümcek Ağı Teoremi’ diye bir teorem var. Orada üretim ve talep değişiklikleri karşısında fiyat seyri irdeleniyor.. Bir denge hali mevcut başlangıçta.
Süreçte, fiyatlar genel düzeyiyle ilgili dalgalanmalar, ‘dengeye yönelik ve dengeden uzaklaşan dalgalanmalar’ olarak isimlendiriliyor..
Bu, ‘dengeye yönelme ve dengeden uzaklaşma’ tabirleri, bana engin bir anlatım adına oldum olası şık gelir..
İnsanın hayat seyri noktasında bu ifade ile düşünmek istedim âcizane..
Evet insan da bir denge üzerine yaratılmış, o denge halinde özüne konan gayesi, makul hevesleri, istekleri, endişeleri, korkuları ve beklentileri var, bir de bunlar için iradesi..
Tabii ihtiyaçların tedariki, insandan insana kısmî olarak değişse de belirli bir düzey içinde makul sınırlar sözkonusu..
Ancak günümüzde sanal dünyanın, çoğunlukla medya ve diğer sosyal kurumlar aracılığı ile yaptığı korkunç tasallut, insanı önü alınamaz bir tüketim çılgınlığına itiyor ve her kesimde dengeden uzaklaşan bir insan tablosu ile karşılaşıyoruz..
İnsanlar, zengin, yakışıklı, güzel, namlı, makamlı olmak yahut öyle görünmek, kendini göstermek adına birbiriyle adeta didişiyor..
Bunun için, kredi kartlarıyla önündeki dönemde kazanıp kazanmayacağı belli olmayan paraları harcıyor..
Hayatının insaniyet kabiliyeti adına verilmiş bütün donanımını, ‘nam, makam’ marka peşinde zayi ediyor..
En önemlisi kendi mahiyetinden ve normal dengesinden, hiç ölmez bir varlık gibi habire uzaklaşıp nihayetinde ölüm kıyısına varıyor..
Mutlu mu?
Hayır..
Dehşet hali yaşıyor..
Baştan sona hem ferd hem millet huzursuzluğu..
Evet bir dönem sonunda bu suni sarhoşluk perdesi ardında kaçınılmaz bir ölüm varlığını hisseden İnsan, sultan da olsa büyük bir çöküntü, psikolojik azap hali yaşıyor, bütün hayalleri suya düşüyor.
Evet bizi bu noktaya kim itiyor, bu noktada yaşamamız adına kim gayret gösteriyor, kim bu halimizden kazanç sağlıyor diye baktığımızda, karşımızda sürekli harcamamızdan beslenen büyük bir emperyalist yapı görüyoruz..
Bütün dünyayı bu tarz yaşamaya iten çoğunlukla uluslararası markaların sahipleri…
Medyasından reklamına kadar silahlarıyla, nefsi kullanarak suni bir hayal dünyası içinde, ‘sade hayat’ düşmanlığı pohpohlayıp varımızı yoğumuzu harcatıyor, hayat gerçekleriyle karşılaşıp psikolojik azaba düştüğümüzde de düçar ettikleri hastalıklarımızın tedavisi noktasında kullanılacak ilaçlarla ellerinde bizi bekler vaziyette yine bu holdingleri görüyoruz..
Arzu eden, dünyanın 50 ile 100 büyük şirketinin aralarında; bankasından kozmetiğine, arabasından film endüstrisine ta medyasına kadar bunları gözlemleyebilir.
Çare mi?
Elbette sâde hayatta..
Sâhi sâde hayat size neyi hatırlatıyor?