GÖKYÜZÜ VE YILDIZLARLA TEFEKKÜR VE DUA

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

اِنَّ فٖى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ
وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتٖى تَجْرٖى فِى الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ
النَّاسَ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ مَٓاءٍ فَاَحْيَا
بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فٖيهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍ
وَتَصْرٖيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ
وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

Yâ İlahî ve yâ Rabbî!

Ben, imanın gözüyle ve Kur’an’ın talimiyle ve nuruyla ve Resul-i
Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın dersiyle ve ism-i Hakîm’in göstermesiyle
görüyorum ki: Semavatta hiçbir deveran ve hareket yoktur ki böyle intizamıyla senin mevcudiyetine işaret ve delâlet etmesin.

Ve hiçbir ecram-ı semaviye yoktur ki sükûtuyla, gürültüsüz vazife
görerek direksiz durmalarıyla, senin rububiyetine ve vahdetine şehadeti
ve işareti olmasın.

Ve hiçbir yıldız yoktur ki mevzun hilkatiyle, muntazam vaziyetiyle ve
nurani tebessümüyle ve bütün yıldızlara mümaselet ve müşabehet
sikkesiyle senin haşmet-i uluhiyetine ve vahdaniyetine işaret ve
şehadette bulunmasın.

Ve on iki seyyareden hiçbir seyyare yıldız yoktur ki hikmetli
hareketiyle ve itaatli musahhariyetiyle ve intizamlı vazifesiyle ve
ehemmiyetli peykleriyle senin vücub-u vücuduna şehadet ve saltanat-ı
uluhiyetine işaret etmesin!

Evet, gökler sekeneleriyle, her biri tek başıyla şehadet ettikleri
gibi heyet-i mecmuasıyla derece-i bedahette –ey zemin ve gökleri yaratan
yaratıcı!– senin vücub-u vücuduna öyle zahir şehadet –ve ey zerratı,
muntazam mürekkebatıyla tedbirini gören ve idare eden ve bu seyyare
yıldızları manzum peykleriyle döndüren, emrine itaat ettiren!– senin
vahdetine ve birliğine öyle kuvvetli şehadet ederler ki göğün yüzünde
bulunan yıldızlar sayısınca nurani bürhanlar ve parlak deliller o
şehadeti tasdik ederler.

Hem bu safi, temiz, güzel gökler; fevkalâde büyük ve fevkalâde
süratli ecramıyla muntazam bir ordu ve elektrik lambalarıyla süslenmiş
bir saltanat donanması vaziyetini göstermek cihetiyle, senin
rububiyetinin haşmetine ve her şeyi icad eden kudretinin azametine zahir
delâlet ve hadsiz semavatı ihata eden hâkimiyetinin ve her bir zîhayatı
kucağına alan rahmetinin hadsiz genişliklerine kuvvetli işaret ve bütün
mahlukat-ı semaviyenin bütün işlerine ve keyfiyetlerine taalluk eden ve
avucuna alan, tanzim eden ilminin her şeye ihatasına ve hikmetinin her
işe şümulüne şüphesiz şehadet ederler. Ve o şehadet ve delâlet o kadar
zahirdir ki güya yıldızlar, şahit olan göklerin şehadet kelimeleri ve
tecessüm etmiş nurani delilleridirler.

Hem semavat meydanında, denizinde, fezasındaki yıldızlar ise mutî
neferler, muntazam sefineler, hârika tayyareler, acayip lambalar gibi
vaziyetiyle, senin saltanat-ı uluhiyetinin şaşaasını gösteriyorlar.

Ve o ordunun efradından bir yıldız olan güneşimizin seyyarelerinde ve
zeminimizdeki vazifelerinin delâlet ve ihtarıyla, güneşin sair
arkadaşları olan yıldızların bir kısmı âhiret âlemlerine bakarlar ve
vazifesiz değiller belki bâki olan âlemlerin güneşleridirler.

Ey Vâcibü’l-vücud! Ey Vâhid-i Ehad!

Bu hârika yıldızlar, bu acib güneşler, aylar; senin mülkünde, senin
semavatında, senin emrin ile ve kuvvetin ve kudretin ile ve senin idare
ve tedbirin ile teshir ve tanzim ve tavzif edilmişler. Bütün o ecram-ı
ulviye, kendilerini yaratan ve döndüren ve idare eden bir tek Hâlık’a
tesbih ederler, tekbir ederler; lisan-ı hal ile “Sübhanallah, Allahu
ekber” derler.

Ben dahi onların bütün tesbihatıyla, seni takdis ederim ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından ihtifa etmiş olan Kadîr-i Zülcelal!

(B.Said Nursi: Risale-i Nur Külliyatı, Asa-yı Musa/Münacat Risalesi’nden alınmıştır)