KUR’AN TEFSİRİ RİSALE-İ NUR’DA “HAŞİR” İSPATLANIYOR

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından da basılmış olan günümüzün önemli Kur’an Tefsirlerinden  Risale-i Nur ; Haşri (yeniden dirilmeyi) ispat ediyor.

Asrımızın din âlimlerinden Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i
Nur Külliyatı’nın çeşitli yerlerinde 
Haşri ispatlıyor.

Sözler adlı eserin 10. Söz ve 29. söz bölümlerinde geniş olarak ölümden sonra yeniden dirilmenin ispatı yapılıyor.

Bediüzzaman Hazretleri
Haşir’le ilgili şunları söylüyor:

“Eğer haşrin gelmesini gelecek baharın gelmesi gibi kat’î bir sûrette anlamak istersen, haşre dair Onuncu Söz ile Yirmi Dokuzuncu Söze dikkatle bak, gör. Eğer baharın gelmesi gibi inanmazsan, gel, parmağını gözüme sok!”

HAŞRİ İSPATLAYAN RİSALE-İ NUR BÖLÜMLERİ

10. SÖZ HAŞİR RİSALESİ’NİN TAMAMI PDF İNDİR

29. SÖZ (BEKA-İ  RUH ve MELAİKE VE HAŞRE DAİR) RİSALE’NİN TAMAMI PDF İNDİR

********

HAŞİR RİSALESİ’NDEN BİR BÖLÜM: HAŞRE MANİ HİÇBİRŞEY YOKTUR

Elhasıl: Haşre mâni hiçbir şey yoktur. Muktazî ise, herşeydir.

Evet, mahşer-i acaip olan şu koca arzı, âdi bir hayvan gibi imâte ve ihyâ eden ve beşer ve hayvana hoş bir beşik, güzel bir gemi yapan ve güneşi onlara şu misafirhanede ışık verici ve ısındırıcı bir lâmba eden, seyyârâtı meleklerine tayyare yapan bir Zâtın, bu derece muhteşem ve sermedî Rububiyeti ve bu derece muazzam ve muhît hâkimiyeti, elbette, yalnız böyle geçici, devamsız, bîkarar, ehemmiyetsiz, mütegayyir, bekàsız, nâkıs, tekemmülsüz umûr-u dünya üzerinde kurulmaz ve durmaz. Demek, Ona şayeste, daimî, berkarar, zevâlsiz, muhteşem bir diyar-ı âhar var, başka bâki bir memleketi vardır. Bizi onun için çalıştırır. Oraya davet eder. Ve oraya nakledeceğine, zahirden hakikate geçen ve kurb-u huzuruna müşerref olan bütün ervâh-ı neyyire ashabı, bütün kulûb-u münevvere aktâbı, bütün ukul-u nuraniye erbabı şehadet ediyorlar ve bir mükâfat ve mücazat ihzar ettiğini müttefikan haber veriyorlar ve mükerreren pek kuvvetli vaad ve pek şiddetli tehdit eder, naklederler.

Hulfü’l-vaad ise, hem zillet, hem tezellüldür; hiçbir cihetle celâl-i kudsiyetine yanaşamaz. Hulfü’l-vaîd ise, ya aftan, ya aczden gelir. Halbuki küfür cinayet-i mutlakadır; HAŞİYE-1 affa kabil değil. Kadîr-i Mutlak ise, aczden münezzeh ve mukaddestir.

Şahitler, muhbirler
ise, mesleklerinde, meşreplerinde, mezheplerinde muhtelif
oldukları halde, kemâl-i ittifakla
şu meselenin esasında müttehiddirler. Kesretçe tevatür derecesindedirler.
Keyfiyetçe icmâ kuvvetindedirler. Mevkice
herbiri nev-i beşerin bir yıldızı, bir taifenin gözü, bir milletin azizidirler. Ehemmiyetçe şu meselede hem ehl-i ihtisas,
hem ehl-i ispattırlar. Halbuki bir fende
veya bir san’atta iki ehl-i ihtisas,
binler başkalara müreccahtırlar ve ihbarda iki müsbit,
binler nâfîlere tercih edilir.
Meselâ, Ramazan hilâlinin
sübutunu
ihbar eden iki adam, binler münkirlerin
inkârlarını hiçe atarlar.

Elhasıl, dünyada bundan daha doğru bir haber, daha sağlam bir dâvâ, daha zahir bir hakikat olamaz. Demek, şüphesiz dünya bir mezraadır. Mahşer ise bir beyderdir, harmandır. Cennet, Cehennem ise birer mahzendir.

———————————————–

HAŞİYE-1 Evet, küfür, mevcudatın kıymetini iskat ve mânâsızlıkla itham ettiğinden, bütün kâinata karşı bir tahkir ve mevcudat âyinelerinde cilve-i Esmâyı inkâr olduğundan, bütün esmâ-i İlâhiyeye karşı bir tezyif ve mevcudatın vahdâniyete olan şehadetlerini reddettiğinden, bütün mahlûkata karşı bir tekzip olduğundan, istidad-ı insanîyi öyle ifsad eder ki, salâh ve hayrı kabule liyakati kalmaz. Hem bir zulm-ü azîmdir ki, umum mahlûkatın ve bütün esmâ-i İlâhiyenin hukukuna bir tecavüzdür. İşte şu hukukun muhafazası ve nefs-i kâfir hayra kabiliyetsizliği, küfrün adem-i affını iktiza eder.اِنَّ الشِّرْـكَـ لَظُلْمٌ عَظ۪يمٌ “Muhakkak ki şirk pek büyük bir zulümdür.” Lokman Sûresi, 31:13 şu mânâyı ifade eder.