MASAL

GÖNÜL ALTUN’UN KÖŞE YAZISI

Biz,
çerçevesiz fotoğrafların zamanında, başka bir masalın kahramanıydık. Elimizde
çamurdan, tahtadan oyuncaklarla kafa tutuyorduk dünyaya. Kilitleri olmayan
kapılardan gönül saraylarına girer, o evlerin mutluluk karnavalında prensesler
gibi ağırlanırdık. Ne en ufak bir yüksünme, ne en ufak bir kötü niyet, ne de
verirsek eksiliriz korkusu. Burnumuzun direğinde, komşu Fatma Teyze’nin
pişirdiği ekmek kokusu. Bir de sokakların tozuna karışmış seyyar hızarcıların
talaş tortusu.

Sokağın
başında görünen nur yüzlü dedelerin ceplerindeki şekeri bilirdik biz, amcaların
gözündeki öcüleri görmezdik! Boynumuzda kolye silgilerimiz vardı, ikiye bölüp
vermeyene “arkadaşım” demezdik. Papatyalardan taçlarımız vardı, çiçekleri
ezmezdik!

Çalışkan
olmasak da merhametli çocuklardık, mahallede bir ölüm olsa kahkahalarla gülmez,
son sesle müzik dinlemezdik. Lüks, bizim için, Almanya’dan gelen gurbetçilerin
çikolatasıydı en çok. Beyaz Mersedeslerin ardından koşar ama illa bizim de
olsun demezdik. Bizim mutluluğumuz, kızlı erkekli sokakta oynadığımız
oyunlardı. Susadığımızda her evin zilini korkusuzca çalabileceğimizi bilirdik.
Yemeğimizi her gün başka bir evde yerdik. İki zeytin, bir çekirdek…Yemek
seçmezdik. Bir iki kıyafetle bir mevsim geçerdi, olmadı annelerimiz bize elbise
biçerdi.

Şimdi,
fotoğrafların çerçevesi altından…İçinde mutluluğu arıyoruz. Gözlerde
samimiyeti, dillerde dürüstlüğü. kalplerde iyi niyeti. Kendi olmayı unutmuş
birilerini kendimiz sanıyoruz. Bizi büyüten masalların dışında şimdi biz,
bambaşka bir masal anlatıyoruz.

“Uyuyan Güzel” uyanmıyor, “Kırmızı Saçlı Kız” kurdun elinden kurtulamıyor, “Rapunzel”in saçları süpürge olmuş, “Sindirella” balo salonlarında kendini unutmuş, ”Pamuk Prenses” camdan korunağında prensini bekliyormuş.

Mış…Miş…Muş…Müş…

Bir varmış, bir yokmuş…!