Niyazi Karabulut
Ali Coşkun Hirik’in “Mum Yanığı Zamanlar” isimli kitabı hayatın iniş ve çıkışlarını edebi bir dille bize aktaran bir anlatıma sahip. Kitap elli iki yazıdan oluşuyor. Her bir yazı, beni alıp kendi hayatımın labirentlerine taşısa da yazarın iç dünyası hakkında bize ipuçları veriyor. Bir ömrün hıçkırıklarını, gözyaşlarını buluyorsunuz sayfalar arasında. Okur, sayfaları çevirdikçe bir ruhun iç çekişlerini, suskunluklarını ve feryatlarını duyuyorsunuz. Mum Yanığı Zamanlar okurun hayatından pasajlar gibi, kitabı okurken içinde kayboluyorsunuz. Sayfaları çevirdikçe, zaman zaman kendi hayatınıza dönüp bakıyorsunuz. Geçen zamanın sizi de erittiğini anlıyorsunuz.
Bir çocuğun masumiyetinden hayata nasıl bakıldığı ilk yazılar Hirik’in duygusallığı yönünde ipuçları verse de kitabın ilerleyen sayfalarında yazarın nasıl nahif bir kalbe sahip olduğuna şahit oluyorsunuz. Hayatımızın en güzel yılları okul dönemleridir. Üniversite yılları, gençliğin hızlı dönemleri, başta kavak yelleri… O yılların hafızalarda kalan anıları yazarın sade üslubuyla okura aktarılıyor. Hayatı yalnız yaşarsın. Eğer şairlik varsa yalnızlığın katmerleşir. Kimse acılarını duymaz. Dünya bağıranların, çağıranların yurdudur. Dost bildiklerin seni unutur. Hayat bir idam sehpasına döndüğünde sehpayı devirmeye çalışanlar fırsat kollar. Vefasızlık ayyuka çıkar. Kitapta sık sık betimlenen söğüt ağacına benzersin. Gövdene balta vuranlar, dallarında salıncak kurar, gölgende serinlemek isterler.
Hayat acımasızca üzerinize geldiğinde yorgun düşersiniz. Elleriniz duaya kalkamayacak kadar yorgun düşer. Bu yorgunluk içinde yazarın hayallerinin Kelkit Çayı ile akıp gittiğini hissettim kitabı okurken. Hep düşmeleri görürsün talihinde; bir söğüt ağacı gibi hep boynun bükük olur. Bir çöl yalnızlığı yaşarsın.
İyi öğretmenler kitaptan değil, yürekten öğretenlerdir… Onlar hayatın gerçeklerini aktaranlardır. Hirik’in öğretmenlik anılarını bir öğretmen olarak gıpta ederek okudum. Birçok başarılı insana bir öğretmen dokunmuştur. Bunu bilen bir kişi olarak Hirik’in dokunduğu öğrencilerin topluma faydalı birer insan olarak aramızda olduğunu hissettim. Hafızanızda iyi anılar bırakan Ali Coşkun gibi öğretmenler olsun öğrencilerin hayatında diye temennide bulundum.
Erzurum’un ayazında sımışka satan çocukların sesleriyle hafızamda kalan Erzurum sokaklarını yeniden dolaştım kitabı okurken. Çifte minarelerin önünden başlayıp Havuzbaşı’na uzanan Cumhuriyet Caddesinde (o zamanki isimlendirmemizle mecburiyet caddesinde) turlarken buldum kendimi. Dışarıda kuru ayazda sokak lambalarının bile öksürük tuttuğu saya gecelerini hatırladım. Sımışka: 25 kuruş…
Çağ değişiyor, daha doğrusu çağ, şehirleri, kasabaları, köyleri, insanları ve insanların yaşam biçimlerini, davranış biçimlerini değiştiriyor. Değişen insanların portrelerine şahit oldum kitabı okurken. Sözü kitaba bırakarak çekilelim aradan:
“Hayat çok basittir; yaşama pratiği o kadar da basit değildir.
Aslında bunu anlamanın çok basit bir izahı var:
Her ömür, bir mumdur; yanar, yanar ve geriye bir şey kalmaz.
Doğarak aslında mumun fitiline bir kibrit çaktığımızın farkında bile değiliz.
O andan itibaren yanmaya başlıyoruz.
Yandıkça katı kısmımızın nereye gittiğini düşünmüyoruz bile!
Işığımız bedenimiz üzerinde yanıyor.
Yanıyor, yanıyor ve bitiyoruz. Bedenlerimiz mum gibi birden yok oluyor.
Geldiğimiz gibi gidiyoruz.
Yaşarken şekilden şekle giriyoruz, duygudan duyguya sürükleniyoruz.
Hiçten hep’e geliyor; hepten, hiçe ulaşıyoruz.
Var olduklarında böbürlenerek şımaranlar,
yok olduklarında acıların en büyüğünü çekiyor.
Var olmak, yok olmayı düşünmezken; yok olmak, var olmanın kapılarını açıyor.
Onun için mum yanığı zamanların kıymetini bilelim!”
