Ana Sayfa Arama Yazarlar
Kategoriler
Sosyal Medya

Ölüm Bize Çok Uzak, Ölüm Bize Çok Yakın…

Niyazi Karabulut Ölüm olgusunun vebalı bir fert gibi görülerek uzak

Niyazi Karabulut

Ölüm olgusunun vebalı bir fert gibi görülerek uzak durulduğu, hayatın dışına itildiği zamanlardan geçiyoruz. Ölüm gerçeği var olalı beri insan için hayatın hiçbir alanına sokulmak istenmeyen bir yabani muamelesi görmüştür. Ölüm korkusunun toplumsal karşılık bulduğu modern zamanlarda ölüm olgusu bilinçli bir şekilde hayatın dışına itilir. Ölümün hayatta bir yerinin olmadığı yanılsaması toplumun bütün ücralarına sirayet eder. Ölüm hayatın bir gerçeği olarak kabul görmez bu yüzden bütün ölümler beklenmedik erken vedalar olarak kabul edilir.

Ölüm; konuşulmaması, hatırlanmaması gereken bir tabudur. Modern insan için ölüm her an hayatın her sahnesinde görünüyor olsa da daima güncelden dışlanandır. Bedenler her gün bir hücresini ölümün kollarına bırakarak ölümün varlığını haykırırken zihinler ölümün fersah fersah uzağında bulunmanın mutluluğunu yaşarlar.

Ölüm yolumuzun üzerindeki bir çukura benzer. Modern insan onu görmemekte ısrar eder. Ama o çukura düşmesi mukadderdir. İnsanoğlu bunu bile bile hayatını devam ettirir. Çukurun etrafından dolanacağını, üzerinden atlayacağını vehmeder. Bu duyguyu modern insanın zihnine yerleştiren o kadar çok etken vardır ki, hastaneler, ilaçlar, doktorlar bu duyguyu bize empoze ederler. Ölümün en bariz nişanesi olan yaşlanmak anti aging ilaçlarla giderilmeye çalışılır. Yaşlılığı görsel olarak giderici estetik operasyonlar ölüm duygusunu insanın kafasından uzaklaştırmak için emre amadedir. Ölümü hatırlatıcı olan hastalıklar ilaçlarla giderilmeye çalışılır. Ölümü hatırlatan mezarlıklar şehir planlamacılar ve şehir yöneticileri tarafından şehrin görünmez alanlarına sürgün edilir. Ölüm hayatın her alanından kovulur.

Gündelik rutin içerisinde ölüme yer yoktur. Sabah çayını içerken, mesai yaparken, spor yaparken, caddede dolaşırken, tatilde iken ölüme asla yer yoktur. Ekstrem spor yaparken ölüm hatırlanır da yatarken, koltukta otururken ölüm akla getirilmez. Hâlbuki ölümle tanışan insanların büyük bir çoğunluğu yatakta tanışmıştır. Maalesef hayatın hızı içerisinde ölüm hafıza çemberinin dışına itilip; varlığı hayat gailesiyle bastırılır. Ölen yakınların eşyaları yakılarak ölümün izi evlerden silinmeye, yok edilmeye çalışılır. Ama ölüm biz onu hayatın dışında tutmaya çalışırken vücudumuzdaki en zayıf halkayı bulup oradan bizi yakalamakta mahirdir. Şöyle diyebiliriz; Azrail hiç ummadığımız taraftan gelerek bizi ziyaret eder.

Ölüm nesnel bir vakıa olsa da, ölüm hakkındaki anlayış ve anlamlandırmalar toplumlara göre farklılık arzeder. Kısaca ölüm hakkındaki kanaatlerimiz ve düşüncelerimiz sosyo-kültüreldir. Toplumlar ölüm gerçeğine kendi çerçevesinde bakar ve değerlendirir. Bizim kültürümüzde “dünya fani, ölüm anidir”. “Ölüm kaş ile göz arasındadır.”  Hepsinden önemlisi kültürümüzde ölüm bir yok oluş değil; hayatın farklı bir formda devam etmesidir. Bu yüzden ölüm yabancımız olmayan her gün yüz göz olduğumuz bir komşu gibidir. Bu yüzden kültürümüzde hayat ile ölüm gece ile gündüz gibidir. Asla unutulmaması gereken bir gerçekliktir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor; “Ağızların tadını kaçıran ölümü, çokça hatırlayın.” (Hadis-i Şerif Tirmizi 2307.)

Ölüm düşüncesi, insanın dünyaya büsbütün bağlanmasına ve âhireti unutmasına engel olan ve insanı canavarlaştıran bir durumdur. Ölümü hatırlayan insan, Allah’ın rızâsına uygun hareket eder ve munis olur, kötülüklere tevessül etmez. İnsan, ömrü boyunca sayısız kere ölümle yüz yüze gelir. Yaşanan hastalıklar, beklenmeyen sürprizler, meydana gelen felâketler, hayatta her an mevcut olan, fakat insanın gaflet ve aczi sebebiyle çok defa habersiz olduğu nice hayatî tehlikeler, ölümle insan arasında ince bir perde bulunduğunu sürekli hatırlatır. Ancak modern çağın gereklerinden olan sinema, televizyon, sosyal medya ölüm gerçeğinden bizi uzaklaştırmak ve haz ve hız odaklı bir hayat yaşamamızı ister. “Dünyaya bir daha mı geleceğiz” mottosuyla bizi ayartır.

Bizim medeniyetimiz ise cami avlularına defnettiği insan naaşlarıyla ölümü gözümüzün içine sokarak bizi uyarır. Ve “Huvel Baki” serlevhasıyla başlayan hece taşlarıyla ölümle iç içe yaşamamızı sağlar. Kısaca ölüm bize çok yakındır.