TAHAMMÜLSÜZLEŞTİK Mİ?
İSA AKGÜL’ÜN KÖŞE YAZISI
Hava tahmin raporunu dikkate almadan, mekanınızdan dışarıyı
çıkmayı düşünüp, kendinizi kapının önündeki ana cadde de bulduğunuzda, kafanızı
kaldırıp sağa sola baktığınızda, gözünüz tuvaline düşen fotoğrafa yansıyan
insanın çehresindeki çizgileri okuduğunuzda; bir gerginlik, bir boşluk, bir
karamsarlık, bir serzeniş görebiliyor, duyabiliyor musunuz?
Niyetlendiğiniz yere giderken karşılaştığınız kimselerin de
simalarında gergin çizgileri görüp aynı kanıya varıyorsanız, bir şey
sorduğunuzda sert cevap alıyorsanız ya da cevapsız kalıyorsanız, fikri yapısına
ters düşen bir şey söylediğinizde kavga ortamına neden olabilecek tavırlarla
karşılaşıyorsanız, yüz çizgilerindeki hal, çehreden kalbe, yüreğe, sadra inmiş,
sarmalamış ve kuşatmış demektir.
Bugün insan kendi dünya dairesiyle baş başa. Kendi
dışındakilere tam sağır ya da küs. Bellediğinden silmiş tüm varları. Kendi şablonuna
uyanlara kapısı açık. Kırmızı çizgilerinin alanı ile örtüşenlere penceresi de
açık. Bunun tersi olanlara hem kapı, hem pencere de kapalı. Görürken
görmemezlik, duyarken işitmemezlik, konuşurken konuşmamazlık, söylerken de söylememezlik hali bunun en açık örneği olsa gerek.
Yaşamın her kademesinde de durum aynı. Üst alt ilişkilerinde
de durum farklı değil. Üzülerek ifade edeyim ki toplumumuzda çatık kaşlar, asık
yüzler, sinirli suratlar, merhametsiz ve acımasız beyinler giderek
yaygınlaşıyor. Kabul edilen bir meziyet mertebesine yükseliyor. Kendi
dünyasının dışındakilere tamamen sağırlaşmış hal, dalga dalga ruhlara
nakşediliyor. Sabretme, anlama, dinleme, şükretme gibi değerlerimiz, oluşan hortum
tarafından yüreğimizden sökülürcesine koparılıp atılmış gibi bugünün toplum
fotoğrafı.
Biz kutuplaşıyor muyuz? Çok renkli dünyamızın rengini tek
renge mi dönüştürüyoruz? Farkına varmadan ötekileşiyor muyuz? Görünmeyen taştan
katı duvarlar mı örüyoruz aramıza? Yoksa geçilmesi mümkün olmayan nehir ve
deryalar mı oluşturuyoruz?
Biz farkında olmadan, üzerimize yağdırılan algı
operasyonuyla; dinleme, anlama, kavrama, saygı duyma, objektif olma, paydalarda
bir olma, paylara saygı duyma gibi özümüzün özü olan değerleri yitirdik mi?
Simalarımızdaki olumsuz çizgilerin sebebiyle, birbirimize sağırlaştık mı?
Güzel söz ile anlatma, yaşayış ile örnek olma, payları özel
mahrem kabul edip paydalarda bir olma, ortak değerleri el ele, gönül gönüle sahiplenme
ilkelerini geçmişin kör dipsiz kuyularına mı gömdük ki bu sağırlık, bu
tahammülsüzlük dört nala hızla ilerleyip tavan yapıyor?
Birlik, beraberlik,
kardeşlik, dostluk, akrabalık, komşuluk gibi içsel gıdalarımızı gün yüzüne
çıkarıp sahiplenebilmek için üzerimizdeki olumsuzluk ve karamsarlık fanusunu
çıkaralım. Doğru, reel, hak olanı savunalım. Sınırlı olan ömürde, sınırlı olanlarla
kendimizin sınırsız olanını harap etmeyelim ki, yüzümüzün çizgilerinde güller
açsın. Tebessüm nimeti simamızda taht kursun. Duyu organlarımız birbirimizi
kabul etmede engel olan tüm perdeleri kaldırsın ki gündüzümüz güneşli, gecemiz
mehtaplı olsun.
Bu nedenle; birbirimizi dinleyelim. Paylaşılması gerekeni
paylaşalım. Sorunlara beraber ortak çözüm üretelim. Farklı fikirleri de
dinleyerek dikkate alalım. Bizim gibi düşünmeyenlerin yazdıklarını da bilinçli
olarak okuyalım. Kutuplaşma ve hizipleşmeden kaçınalım.
Unutmayalım ki her insanın fıtri olarak diğerlerinden farklı
yönleri olmasına rağmen ortak yönleri daha çoktur. Biz, dün de, bugün de,
yarında insanız ve kuluz.. O nedenle bir olalım. Diri olalım. El ele gönül
gönüle verelim. “Ene” duygusunu gerilere atalım. Egomuzu ve nefsimizi
frenleyelim. Tahammül etme libasını hiç üzerimizden çıkarmayalım. Birbirimize
tahammül edelim ki birlik güneşi hep üzerimize doğsun.
Gerçekten biz tahammülsüzleştik mi?