Uluslararası Diplomasi Uzmanı Küçüker’den Önemli Röportaj

Türkiye, Avrupa ve dünya’nın en tanınmış ve en çok takip edilen uluslararası ilişkiler uzmanlarından Öznur Küçüker Sirene’nin  Avrupanın tanınmış medya platformlarından multipolarra.com’da bugün yer alan röportajının tamamını yayımlıyoruz. Öznur Küçüker Sirene, röportajında Türkiye’nin multipolar dünyada yükselen rolünü Batı perspektifinden aşan bir bakışla sunuyor. Bu önemli röportajından dolayı Sayın Öznur Küçüker Sirene’ye teşekkür ediyor ve kendisini […]

Türkiye, Avrupa ve dünya’nın en tanınmış ve en çok takip edilen uluslararası ilişkiler uzmanlarından Öznur Küçüker Sirene’nin  Avrupanın tanınmış medya platformlarından multipolarra.com’da bugün yer alan röportajının tamamını yayımlıyoruz.

Öznur Küçüker Sirene, röportajında Türkiye’nin multipolar dünyada yükselen rolünü Batı perspektifinden aşan bir bakışla sunuyor.

Bu önemli röportajından dolayı Sayın Öznur Küçüker Sirene’ye teşekkür ediyor ve kendisini tebrik ediyoruz.

*****

Multipolarra: Okuyucularımıza kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? Kim olduğunuzu, geçmişinizi ve şu anda sizi en çok ilgilendiren konuyu paylaşır mısınız?

Ben Öznur Sirene, Türkiye ve uluslararası ilişkiler uzmanıyım. İstanbul’da bir Fransız lisesinden mezun olduktan sonra eğitimime Paris Siyasal Bilimler Enstitüsü’nde (Sciences Po) devam ettim ve 2009 yılında Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisansımı tamamladım.

Diplomasi alanında çeşitli deneyimlerden sonra, jeopolitik meseleleri daha geniş kitlelere ulaştırabilmek için medya yolunu seçtim.

Bugün çalışmalarımı hem geleneksel medya hem de dijital platformların kesişiminde sürdürüyorum ve uluslararası bir topluluğa hitap ediyorum. Amacım, inşa edilmekte olan çok kutuplu dünyanın dinamiklerini çözümlemek; özellikle de Türkiye’nin uluslararası arenadaki artan rolünü irdelemek.

Çalışmalarım şu sıralar özellikle Orta Doğu’ya ve günümüzde küresel düzenin kırılmalarını çarpıcı biçimde ortaya koyan Gazze meselesine odaklanıyor.

Multipolarra: Bizim gözlemimiz, Türkiye’nin Batı’da genellikle yanlış tanındığı ve yanlış anlaşıldığı yönünde. Türkiye’nin mevcut jeopolitik konumunu açıklayabilir misiniz?

-Gerçekten de Türkiye, Batı medyasında çoğu zaman indirgemeci veya önyargılı bir şekilde sunuluyor. Bu yanlı algı, hem iç dinamiklerinin yeterince bilinmemesinden hem de kimi zaman üstü kapalı şekilde yürüyen rekabetlerden kaynaklanıyor. Oysa Türkiye, Asya ile Avrupa’nın kavşağında yer alan eşsiz coğrafi konumuyla enerji, göç ve güvenlik dosyalarında kilit bir aktör.

Bunu birkaç örnekle somutlaştıralım: Öncelikle Suriye dosyası. Türkiye, Suriyeli sığınmacılara en fazla ev sahipliği yapan ülke oldu. Bu insani diplomasi, hem Orta Doğu’nun istikrarı hem de Avrupa’nın dengeleri açısından derin sonuçlar doğurdu. Bir başka örnek, Ukrayna savaşı. Bu kriz, Türkiye’nin enerji merkezi konumunu gözler önüne serdi: Bugün TürkAkım hâlâ Rus gazının Avrupa’ya ulaşmasındaki ana hat durumunda.

Komşuları karmaşık, Batı ile rekabetleri yoğun olan Türkiye, kendine özgü bir yol seçti: “Her masada olmak”. Yani Ankara, değişen uluslararası sistemde stratejik özerklik ilkesiyle hareket ediyor. NATO üyesi, Türk Devletleri Teşkilatı’nın kurucu üyesi, AB’ye resmî aday; aynı zamanda yerli savunma programlarını, enerji koridorlarını ve bölgesel ittifaklarını güçlendiriyor.

Artık Batı kararlarının yalnızca uygulayıcısı değil; Washington, Moskova, Pekin veya Brüksel ile eşit düzeyde diyalog kurabilen bir denge gücü. Askeri gücüyle bölgesel istikrar kaynağı, diplomatik rolüyle ise vazgeçilmez bir arabulucu. Nitekim Karabağ savaşından sonra Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki normalleşmede önemli rol oynadı, Rusya ile Ukrayna arasında da hâlâ en etkin arabulucu konumunda.

Multipolarra: Türkiye uzun zamandır İsrail’e karşı sert açıklamalar yapıyor. Son dönemde hava sahasını İsrail uçaklarına kapattı ve parlamentoda İsrail’in BM üyeliğinin askıya alınması çağrısı yapıldı. Bu, Ankara’nın stratejisinde bir sertleşmeye mi işaret ediyor?

-Bu ani bir sertleşme değil, aksine tutarlı bir devamlılık. Türkiye’nin Filistin davasına bağlılığı dün başlamadı. Filistin, yaklaşık dört yüzyıl boyunca Osmanlı idaresinde kaldı; Türkiye de bu imparatorluğun varisi olarak, tarihsel sorumluluk duygusunu taşımaya devam ediyor.

Bu bağın dönüm noktalarından biri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Davos’taki ünlü “One Minute” çıkışıydı; o gün İsrail saldırılarını sertçe kınamıştı. Birkaç yıl sonra, 2010’da uluslararası sularda İsrail ordusunun saldırısına uğrayan Mavi Marmara insani yardım gemisi krizi, Türk-İsrail ilişkilerinde başka bir kırılma noktası oldu.

Bunca ağır geçmişe rağmen, 7 Ekim olaylarının ardından Erdoğan başlangıçta daha ölçülü bir dil kullandı; taraflar arasında denge gözetmeye, hatta arabuluculuk önererek gerilimi azaltmaya çalıştı. Ancak İsrail’in tamamen orantısız misillemeleri ve Batılı ülkelerin “çifte standartlı” yaklaşımı karşısında Ankara giderek daha sert bir tavır aldı.

Bugün Türkiye söylemden eyleme geçti: doğrudan ticari ilişkilerin askıya alınması, hava sahasının İsrail uçaklarına kapatılması, İsrail bayraklı gemilerin Türk limanlarına sokulmaması ve İsrail’in uluslararası mahkemelerde yargılanması için girişimler. Bu adımlar, hem Türk kamuoyunun baskısını hem de Ankara’nın uluslararası hukukun açıkça çiğnenmesine karşı verdiği tepkisini yansıtıyor.

Türkiye bu tavrıyla net bir mesaj veriyor: Ceza almadan işlenen suçların devri bitti. Erdoğan da sıkça dile getirdiği “Dünya beşten büyüktür” söylemiyle, Filistin davasının en güçlü savunucularından biri olarak öne çıkıyor ve Gazze’de yaşananları açıkça “soykırım” olarak tanımlıyor.

Multipolarra: Multipolarra’nın amacı, Batılı bir kitleye “ötekinin bakış açısını” ve Batı’da az konuşulan ya da yanlış aktarılan konuları tanıtmak. Sizce Batı kamuoyu önümüzdeki dönemde hangi gelişmeleri yakından takip etmeli?

-Batı kamuoyu, küresel düzenin yeniden şekillenişini gerçekten kavramak istiyorsa birkaç olguyu özellikle takip etmeli:

Türkiye’nin teknolojik ve askerî yükselişi: Son yirmi yıldır Ankara, stratejik özerklik hedefini öncelik yaptı ve sonuçlar ortada: kıtalara ihraç edilen silahlı insansız hava araçları, savaş uçağı programları, yerli motor geliştirmeleri, uydular ve Asya’yı Avrupa ve Orta Doğu’ya bağlayan enerji koridorları… Bu gelişmeler, bölgesel dengeleri yeniden tanımlıyor ve Türkiye’yi hem çatışmalarda hem de barış müzakerelerinde kilit aktör haline getiriyor.

Küresel Güney’in artan dayanışması: Afrika, Asya ve Latin Amerika artık Batı merkezli düzenin pasif izleyicisi olmayı reddediyor. BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü ya da yeni bölgesel ittifaklar aracılığıyla masada hak ettikleri yeri istiyorlar. Bu, sömürgecilik döneminden miras kalan hiyerarşiyi reddeden derin bir yeniden dengelenme talebini ifade ediyor.

Filistin meselesi: Bu sadece bölgesel bir ihtilaf değil, küresel bir fay hattı. İhlal edilen uluslararası adalet, hukuk ve Batı’nın çifte standardı, burada en net biçimde görünür hale geliyor. Gazze’de yaşananlar, İsrail-Filistin sınırlarının ötesine geçen bir mesele: Kuralların evrensel uygulanmasını isteyenlerle, çıkarlarına göre istisna kabul edenler arasındaki küresel ayrışmanın sembolü.

Gerçek anlamda çok kutuplu bir dünyanın ortaya çıkışı: Batı artık tek güç merkezi değil; sadece kutuplardan biri. Bu, Batılı toplumlar için zihinsel bir devrim gerektiriyor: ABD ve Avrupa’nın artık tek başına uluslararası gündemi belirleyemediğini kabul etmek. Gücün dağıldığı, yeni seslerin yükseldiği ve yeni perspektiflerin ortaya çıktığı bir çağdayız: İstanbul’dan Moskova’ya, Pekin’den Brasília’ya, Johannesburg’a kadar.

Kaynak: https://multipolarra.com/interview-oznur-sirene-specialiste-turquie/

Exit mobile version