HASAN PİR
Bizleri yoktan var eden, hayat veren Rabbimiz Allah (c.c.); Kur’an-ı Kerim’de “Her nefis ölümü tadacaktır” buyurmaktadır. İnsanların ölümü ne zaman tadacakları ise gizli bırakılmıştır.
Doğum anından itibaren her an ölümün yaşanabilirliği bir gerçek olarak insanların önüne konulmasına rağmen, görünen odur ki; ölüm gerçeğini yaşlılar sıra sıra, gençler ise ara sıra yaşamaktadırlar. Ama belirli bir zaman sonra her nefis bu kaderi yaşamaktadır.
Allah, her canlı türüne bir ömür biçmiştir. Tür ömrü içinde ise o türün her ferdi için ayrı bir ömür vardır. İnsanların günümüzdeki ömür süreleri maksimum 120 – 130 yıldır. Bu süre içinde ölümün ne zaman geleceğini kimse bilmemektedir. Ama, günümüzde 130 yaşını geçen bir kişiye de rastlanılmamıştır.
Allah; ölümü, ömür içinde gizlemiştir. “İnsanların ne zaman ve nerede öleceği” dini literatürde “Mugayyebat-ı Hamse” denilen “Beş bilinmeyen” içinde yer almaktadır. Yani ölümün ne zaman gerçekleşeceğini ancak Allah bilmektedir.
İnsanların; ölümlerinin ne zaman olacağını bilmemeleri, insanlar için çok büyük bir rahmettir. Eğer insanlar hangi tarihte öleceklerini biliyor olsalardı, hayata, yaşamaya ait her şeylerini bir anda bitirmiş olurlardı.
Gerçek mahiyeti bilinmediği sürece “ölüm”; dünyanın kıymetini bir anda sıfırlayan bir kara nokta olarak insanların önünde durmaktadır.
Dünya sevdasının, dünya metaının, malın, mülkün, makam ve mevkiinin, paranın ve pulun en büyük düşmanı ölüm. Neden mi? Çünkü, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya metaına sarılan insan, önünde öldürülemeyecek bir ölüm gerçeğini görünce ne yapacaktır? Hele hele ölümün arkasındaki ebedi yaşayışa da inancı yoksa… O zaman her şeyini kaybeden bir zavallı mahluk olarak yalnızlık ve çaresizlik girdabında dolaşıp duracaktır.
Ölüm, yeni dünyalara, ahiret âlemlerine gidişin bir kapısı. Bu kapıdan herkes er veya geç geçecek.
Ölüm sadece canlılar içi olan bir gerçek de değildir. Bir gün gelecek, dünya da ölecek, kâinat da ölecektir.
Ölüm gerçeğinin yaşanmasında “hastalıklar” insanların yumuşak karnı gibi görünse de aslında gerçekler çok da öyle değildir. Çünkü; ölecek diye günlerce başında beklenilen pek çok hastanın iyi olup, ayağa kalktığı, onların başında bekleyenlerin ise öldüğü pek çok örnek bulunmaktadır.
Hastalıklar için ölümün keşif kolları deseler de, hastalıklar ölümü hatıra getirse de, yapılan araştırmalar, hastalıklar haricinde meydana gelen ölümlerin hastalıklar sonunda meydana gelen ölümlerden daha fazla olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Sonuç olarak denilebilir ki; önemli olan, ölümlerin de doğumların da başıboş meydana gelmediğini, bir Yaratıcının plan ve programı olduğunu bilip, iman etmek ve bu imanın gereği olan teslimiyetle olaylara bakmaktır. Şu fani dünyada rahat etmenin başka da bir emin yolu yoktur.
Sonu ölümlü bir dünyada rahat yaşamanın en kısa yolu da, “hırstan”, “kavgadan” uzak durmaktır.
Ünlü Düşünür Hafız-ı Şirazî, dünyanın kıymetini şöyle ifade ediyor: “Dünya öyle bir meta değil ki nizaa değsin”. Çünkü fâni ve geçici olduğundan kıymetsizdir.
Hayatı, hayatın sahibi Yüce Allah’ın gösterdiği yolda, mutlu bir tarzda yaşamak dileğiyle.